Merhaba,ben Claire.Ölü Claire.
En azından hala kanlı canlı olduğumdan emindim. Ekrandan kayıp giden ismime son kez baktığımda kendimi çimdiklemek istedim,gerçekten de ölmüş olamazdım değil mi?
Şu an emindim ki,ya listede çoğu kez tekrar eden ad kombinasyonları gibi benimde bir adaşım vardı. Başka bir yerde yaşayan,tanımadığım ama benimle aynı ada sahip bir Claire Williams. Ya da bu işte bir hata olmalıydı. Tıpkı hastalıktan ölen ilk kişinin başkanımız olması gibi. Şoke edici ve beklenmedik bir şeydi. Sanki Tanrı görünmez ayaklarıyla adamı altında çiğnemiş gibiydi.
İnsanlar iki ay öncesinde yaşanan ani su kaynaklarının kirliliğini,artan solunum yolu hastalıklarını ve sürekli yağan pis kokulu yağmur gibi alakasız parçaları birleştirmekte geç kalmış olmalıydı,Başkan ilk kez ''salgın'' kelimesini kullandığında sınıfımın yarısı evlerinde hasta halde yatıyordu. Hastalığın belirtileri ilk başta değişiklik gösteriyordu. Kimisi ani kalp krizi geçirip ölüyor,kimisi de felç geçiriyordu. Kimisi de hiçbir belirti göstermeden birer katliam aracı olup çıkıyordu. Ama şu an etraftaki insanlardan herhangi biri hasta olabilirdi,bunun ihtimalini düşündükçe midem bulanıyordu.
Devlet biraz önceki gibi kanlı katliamların önüne geçemiyordu. Ordu, tanklarının çoğunu geçen sene yaşanan Dünya Savaşı yüzünden kaybetmişti ve şu anda salgın bölgelerine asker yollayarak işleri daha berbat hale sokuyordu.
Ailem hastalığa bir ay önce yakalanmıştı. İkisine de elimden geldiğince bakmaya çalışmıştım. Onların tek çocuğu olduğum için,evde tek başıma kalacağımdan çok korkuyorlardı. Özellikle babam sürekli gerekli olmadıkça evden çıkmamamı söyleyip duruyordu. Annem ise kan kusmak için öğürmek dışında pek ses çıkarmıyordu,ilk kez onu bu kadar çökmüş görüyordum. Nedeni hastalık değildi,hayatının bu şekilde biteceğine inanamıyor gibiydi. Belki de ailesiyle geleceğini hayal edip mutlu oluyordu,tüm anıları gözlerinin altında saklıyordu. Bazen narin elleriyle usulca saç tellerimi inceleyip okşuyordu.
Babamın son sözleri,''Kendi seçimlerini yap Claire.Kimsenin senin yerine hayatını yönetmesine izin verme.'' Oldu. Bununla beni öldürebilecek insanlardan bahsediyor olmalıydı.
Geçen hafta öldüler. Bende cesetlerini yatak odalarında bırakıp, beni ağlarken görmelerini istemediğim için üstlerine kapıyı kilitledim.Tüm gün boyunca ağladım. Ve asla bir daha evin yukarı katına çıkmadım. O günden beridir evin her yanı ağır şekilde ceset ve rutubetle tütsülenmiş gibi kokuyordu.
Onların aksine evde yalnız kalacağımdan korkmuyordum. Yaşadığım bölge doğal afetlere sıkça maruz kalan bir iklime sahip olduğu için mutfak karolarının altında gizli bir acil durum odası gibi bir şey vardı ve eğer o deli insanlardan biri eve girecek olursa oraya saklanabilecek vaktim her zaman olacaktı. Tek sorunum yiyecekti.
Çoğu zaman elimde kalan yiyecekleri yemeyip artık azalmaya başlayan suyu içiyordum. Gerçekten acıktığımda yemek yiyiyordum. Durumum gerçekten kötüye gidiyordu,birilerinin beni evimden alıp daha güvenli bir yere götürmeyeceğini artık kavramıştım.
Televizyonu kapattığımda ne yapacağımı bilmiyordum. Mutfağa koşup saklanmalı mı yoksa artık sessizleşen dışarıda ne olduğunu anlamak için evden çıkmalı mıydım?
Hayır,hayır. Bunu yapma.
Korkum merakıma üstün basmıştı. Cama bakmak için arkama döndüm. İçimde fokurdayan,derimi meraka ateşleyen hisse rağmen evden çıkmayacaktım. Bunu yaptığım anda kimin beni öldürdüğünün hiçbir önemi olmazdı,sadece ölürdüm işte.
Derin bir nefes alıp sakinleştim,kötü bir şey olamazdı. Kötü şeyler acı getirirdi. Şu an ahenkli bir sessizlikten başka bir şey yoktu.
Sessizlik yavaş yavaş bozuluyordu,kuvvetli bir motor sesi gittikçe yaklaşıyordu.Şaşırmıştım. Sokaktaki karmaşayı durdurup sadece 1 kişiyi kurtarmak için gelmiş olamazlardı. Önemli biri değildim. Sıradan bir vatandaştım o kadar.
Motor sesi eve çok yaklaştığında kesildi. Kapının önünde büyük siyah,cipe benzer bir araç duruyordu. Aracın ön camında kocaman bir kan lekesi vardı,sanki biri eliyle cama yapışıp orada iz bırakmış gibiydi.
Birkaç dakika araçtan kimse inmedi. Belki de bunlar İnfazcılardı,boş kalan evlerde bulunabilecek hasta insanları yok etmek için görevlendirilmiş grup, sonunda evime misafir olmak için gelmiş olabilirdi. Kısa bir ziyaret olacaktı. Sokağımda içinde benim gibi sağlıklı insanların bulunduğu az sayıda ev vardı,diğerlerini katliam sırasında halletmiş olmalıydılar.
Nefesimi tuttum. Eğer eve ateş açarlarsa veya daha kötüsü bomba atacak olurlarsa ölecektim. Kaçmaya vaktim yoktu. Başaramazdım.
Olasılıklarda öylesine kaybolmuştum ki,aracın kapısının açıldığını az kalsın fark etmiyordum. Orta boylu, yüzünün yarısı beyaz bir maskeyle örtülü beyaza çalan kumral saçlı bir adam neredeyse araçla kapının arasındaki iki adımlık alanda koşarak kapının önünde durdu.
Hemen kapının arkasına geçip delikten adamın yüzünü görmeye çalıştım. Kimdi bu?
İnfazcı mı?
Yumruğuyla kapıya vuruyor ve avazı çıktığı kadar bağırıyordu,''Bayan Williams! Bayan Williams,orada mısınız?''
Ani bir hareketle kapıdan çekildim,irkilmiştim. İçimden binlerce düşünce geçiyordu. Kapıyı açmamak gibi. Yada mutfağa koşup saklanmak gibi. Kafam karışmıştı,eğer İnfazcılardan biriyse neden silahı yoktu? Neden soy adımla bana sesleniyordu?
Her saniye adamın sesi daha da yükseliyordu,''Eğer açmazsanız kapıyı kırmak zorundayız. Tanrı aşkına Bayan Williams! Orada olduğunuzu biliyoruz.''
Adama güvenip kapıyı açarsam beni öldürecek miydi? Televizyonda gösterilen "Kime güvenmelisiniz?" reklamlarındaki askerlere benzer giyinmişti,yüzünde görülen tek kısmı olan gözleri sert bakıyordu.
Elim kapı koluna kaydı.Az kalsın anahtarı çevirip,kilitleri açmaya hazırlanıyordum ki adam konuşmaya devam etti,sesi şimdi daha sakindi.
"Bakın ben... Adım Rudolf Fisch. Komutanım,sizi almak için görevlendirildik. Lütfen kapıyı açın. Bize güvenin."
Güven sözcüğünü duyduğum an gülecektim. Artık dünya üzerinden silinen tek şey canlılar değildi çünkü. Değerler,kurallar,yasaklar da silinebiliyordu. Güven daha ilk günden ölmüştü.
Yinede kilidi yavaşça çevirdim. Öleceksem ailemle birlikte ölmek istiyordum. Başıma ne gelecekse artık daha fazla saklanmamalıydım.
Rudolf'la göz göze geldiğimde adam yüzündeki maskeyi çıkarıp askerlere özgü bir selam verdi. Oldukça resmi birine benziyordu. Babamdan büyük bir yetişkindi,kırklı yaşlarının sonunda olmalıydı. Siyah renkte gözleri yorgunluğunu göstermeyecek şekilde parıldıyordu.
"İyi günler. Siz Claire Williams mısınız?" Diye sordu,sanırım bağırmaması gerektiğinin farkına varmıştı. Sanki arkasına yığılmış cesetleri görmezden gelip,sıradan bir şey soruyormuş gibi konuşuyordu.
''Neler oluyor?'' dedim.
Rudolf dişlerini sıkarak sorusunu tekrarladı,''Siz Claire Williams mısınız?"
Yutkundum. Kelimeler ağzımdan çıkmıyordu. Sesim çok fazla titriyordu,"Benim." Dedim.
Adam yüzünü buruşturdu,evdeki yoğun kokudan dolayı olmalıydı. O an acaba bende ailemin cesedi gibi mi kokuyordum merak edemeden duramadım.
"Korkuttuysam özür dilerim. Ama hemen gitmemiz gerekiyor." Dedi ve arkasını dönüp park etmiş arabaya baktı.
"Neler oluyor?" Dedim tekrar. Radolf titrediğimi fark etmesin diye kapıya yaslanmıştım. Artık adamın beni öldürmesinden korkmuyordum,neler olmuş olabileceğinden korkuyordum."Tebrikler, Proje Ivy'ye kabul edildiniz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Proje Ivy (Güncellenmeyecek)
Science FictionProje Ivy,kıyameti başlatan salgının yarattığı yıkıcı etkiyi azaltması ve yeni bir toplum düzeni kurulması amaçlanan bir projedir. Ve bu projenin en değerlileri Ekstra adındaki seçilmiş kişilerdir. Ekstralar üstün güçleriyle yeni kurulan şehir Togra...