Bölüm 13-İtiraf

3.5K 273 14
                                    

Togram.
Bu kelimenin anlamını merak ediyordum. Her yanının yeşil olmasıyla alakalı bir isim miydi yoksa tesadüfen mi öyle adlandırılmıştı bilmek istiyordum.
Raven'ın söylediğine göre,sekiz haftada o kadar değişmişti ki,sanki önceki hâli taş devrinden kalmaydı.
Ve elbette artık herkes Proje Ivy'den haberdardı. Şehre ayak bastığımızda-bunu yapmak için tren yolculuğu yapmıştık- her yanda asılı posterler beni korkutmuştu. Başkan Calibren,sarmaşıklar ve muhtemelen Togram'ın bayrağı(?) olan bir bayrak farklı binalara sırayla asılmıştı.
TOPLUMUN YENİ IŞIKLARI PROJE IVY SAYESİNDE YANIYOR
BAŞKAN CALIBREN ÇOK YAŞA
Daha ilk gelişimde ''BUGÜN BİR ŞEYİ DAHA İYİ YAPMAK İÇİN NE YAPTIN?'' yazılıyken,bu kadar coşkulu bir şekilde projeyi desteklemeleri şaşırtıcıydı.
Bunlar dışında mide bulandırıcı "Her şey yeşil olmalı." kuralı tam gaz devam ediyordu. Ama şehirdeki değişim belli oluyordu,sanki uzun süredir Togram var olmuştu ve gelişmeye devam ediyordu. Togram sadece bir şehir gibi görünmüyordu artık. Belki de benim sandığım gibi burası bir şehir değil,yeni oluşmaya başlamış bir ülke bile olabilirdi. Bunu bana düşündüren en önemli şey,bayraktı. Yeşil zemine yatay çizilmiş siyah bir çizgi ve beyaz renkle sembolize edilen bir yaprak vardı bayrakta. Başka bir şeyi simgeliyor olsa da,artık Togram'a şehir demem yanlıştı.
İnsanlar daha fazlaydı,sahi bu kadar kişiyi nasıl kurtarabilmişlerdi?
Tanımadığım yüzler, farklı insanlar görüyordum.
Herkes halinden memnun gibiydi.
Raven'ın anlattıklarından anladığım kadarıyla bu gelişimin nedeni,Togram halkının projedekilerle etkileşime geçmesiydi. Doktor ve öğretmen gibi topluma yardımcı olacak olanlar çoktan görevlerinin başına geçmişti. Bizler,Ekstralar ise ortada koşuşturanlar kadar bir şey yapmamıştı. Sadece güçler hakkında eğitim almışlardı,yine de şehirde doldurmamız gereken bir hizmet saati vardı. Mesela çocuklara hikaye okumak gibi sıradan işler. Bu görevi Raven yapıyordu. Rose ise çöp toplama gibi bir iş için seçilmişti. Ben ne için seçilecektim merak ediyordum. Belki de buralarda pek göremediğim yaşlılara karşıdan karşıya geçmeleri için yardım ederdim.
Bu düşüncemden sonra çevreme dikkatle baktım, ilk geldiğimde dibimde ciyaklayan küçük kızı hatırladım. Sokaklarda bu kadar fazla çocuk olması normal miydi? Attığım her adımda aynı kıyafetleri giyen,yollarda oradan oraya koşuşturan,gülen,ağlayan çocuklar görüyordum.
Bu çok fazlaydı. Salgından sonra bu kadar çok çocuğun kurtulması normal değildi.
"Bu kadar çocuk olması normal mi?" diye sordum.
Aslında böyle pat diye söylememem gerekirdi,yine de Raven'nın da dikkatini çekmiş olacak ki kaşlarını çatmıştı,bu haline sinirli değil de Meraklı Raven diyebilirdim sanırım.
"Bilemiyorum,belki." diye yanıtladı ama söylediğine kendisinin inandığından şüpheliydim.
Üstünde bayrak asılı olan binanın bulunduğu kaldırıma geçtik,bizleri görenler eğer uzaktalarsa el sallıyor,yakındalarsa iyi günler diliyordu.
Birlikte insanları arkamızda bırakarak dar bir sokağa saptık. Biraz önceki temiz sokağa göre burasının eskiden kalan bir havası vardı. Kaldırımları arnavuttu,köşe başından ucu görünmeyen bitimine kadar küçük dükkanlar,lokantalar ve değişik takılar satan takıcılarla doluydu. Burasının Togram'e ait olmadığı fazlasıyla belli oluyordu.
O kadar yeşil şey gördükten sonra farklı şeyler görmek içimi ferahlatmıştı. Dükkanlarının dışında oturanlar genelde orta yaşlı insanlardı. Muhtemelen dükkan sahipleriydi.
Bizi gördüklerinde biraz rahatsız olmuş gibi başlarını ellerindeki bardaklara eğiyor ya da görmezden gelerek sohbetlerine devam ediyorlardı.
Raven yürürken sadece önüne bakıyordu,fark ettiğim şeyi gördüğünü sanmıyordum. Bu yüzden göz teması kuramıyorduk.
Takıcı ve kıyafet satan dükkanları geçtiğimizde daha sesli bir noktadaydık. Anladığım kadarıyla Togram halkının çoğu burada takılıyordu. Yemek yiyiyorlardı,gülüyorlardı. Daha çok eskiden kalan insani davranışları gösteriyorlardı. Eğlenmek,tıka basa yemek yemek. En önemlisi,gülmek.
Evet, hepsinin kıyafetleri aynıydı. Beni şaşırtan şey "halkın" sandığım gibi birbirine benzemek zorunda kalmış insanlardan oluşmamasıydı. Başımıza gelenlere rağmen,salgına rağmen kimse kişiliğini kaybetmemişti. Onlar gibi olmak isterdim ama şu an eskiyi hatırlamaya çalışmam gittikçe zorlaşırken,gerçek kişiliğimi de kaybettiğimi biliyordum.
Raven,tabelasında Mariellé yazan yeri işaret ederek sesleri bastıran bir şekilde konuştu,"Burası Yedinci Sokak. Şurada oturalım mı?" dedi.
Bir kaç adım gerisinde kaldığım için gösterdiği yeri uzaktan görmüştüm. Küçük,tahta kapılı temiz bir yerdi.
"Olur." dedim sakince.
Birlikte dışarı koyulmuş masalardan birine oturduk.
Burnuma tatlı bir koku geldi,koku tıpkı büyükannemin yaptığı limonlu kekin fırından çıktığını bildiren,beni çağıran kokusuydu. Midem guruldadı. Burada paketlenmiş yemekler yok muydu?
Gerçek yemeğin düşüncesi bile içimi kıpır kıpır etmeye yetmişti.
Raven'da aynı kokuyu almış olacak ki gözleriyle dükkanın içini gözetliyordu.
O sırada kısa boylu,kıvırcık kızıl saçlı bir kız dükkandan hoplaya zıplaya çıktı,bizi görünce yine zıplayarak yanımıza geldi. Gerçekten çok sevimli bir kızdı,yanıma yaklaştığında ona gülümsedim.
"Merhaba,ismim Gia. Ve şey..."
Küçük kız duraksadı,sihirli kelimeyi hatırlamak için saçlarıyla oynadı,dudağını ısırdı ve sonunda,"Ne alırdınız?" dedi gülümsememe karşılık verirken. Üzerinde bedenine büyük gelen önlüğünün cebinden kağıt kalem çıkardı. Heyecanlı görünüyordu. Belki de Raven'ı tanıyordu. Ah, şu Proje.
Raven da benim gibi Gia'dan hoşlanmışa benziyordu,"Selam,şu mis gibi kokan şey limonlu kek ise,ondan alabiliriz. Ne dersin Lily?" dedi.
"Evet,alabiliriz." diye onayladım. Az kalsın yeni adımı üzerime alınmıyordum.
Gia hızla kağıda not edip bir an koşacakmış gibi geriye döndü,son anda bize baktı,"Başka bir şey ister misiniz?" diye sordu.
Raven bana baktı,gülümsedi,"Hayır,teşekkür ederiz."
Gia neşeli bir şekilde dükkana geri dönerken,bir an kendi çocukluğum(?) aklıma gelmişti. Elbette Gia gibi neşeli bir kız değildim,yine de çocuksu saflığı uzun zaman sonra görmek beni sevindirmişti.
Siparişimiz gelene kadar tek kelime konuşmadık. Aslında,Raven ikide bir konuşacakmış gibi ağzını açıyordu ama ben onu dinlediğimi gösterircesine gözlerimi ona diktiğimde bu fikrinden vazgeçiyordu. Ne söyleyeceğini bir süre sonra merak etmeye başlamıştım.
Bunun yerine ona başka şeyler sormaya karar verdim,mesela proje gibi.
"Şu bahsettiğin hizmet saati hangi zamanlarda oluyor?" diye sordum, olabildiğince normal olmaya çalışmıştım. Gerçekte içim parçalanıyordu,neden bu haldeydim düşünmeden edemiyordum.
"Yarın var. Merak etme akşamüzeri yerleşkemize senin görevin için bir not gelir." dedi Raven. Bu soruyu beklemediği sıkıntıyla saçını karıştırmasından belli oluyordu.
Başka ne öğrenebilirdim bilmiyordum, ona şu an içinde bulunduğum durumu anlatsam beni nasıl karşılardı? Muhtemelen bana delisin derdi. Çünkü o çoktan bu şeyin içine girmişti. Sakinleşmeliydim. Bunu şu an ona anlatmam hataydı,hatta ona anlatmayı düşünmem bile hataydı.
Neyse ki bu kez Raven bana bir şey sordu,konuşma zahmetine daha fazla girebileceğimi zannetmiyordum,"Merakımdan soruyorum,uyanmaya başladığında neler hissettin? Uzun süre uyuduktan sonra acı verdi mi?" Dedi.
O ana geri döndüm. Gözlerimi kapattım.
Kalbimin attığını hissettiğim o anı asla unutmayacaktım. Gerçekten nefes aldığımı,derimin acıdığını hissetmem oldukça tuhaftı ve çok fazla acıtmıştı.
Bir de beni öpen birinin dudakları hafızamda yer etmişti,sadece hafıza değildi o kişi resmen dudaklarıyla bende imzasını bırakmıştı. Şaşırtıcı biçimde o öpücük hoşuma gitmişti,biraz taciz edilmiş gibi hissetsem de. Sonuçta bu da bir his sayılırdı.
Tabii ki Raven'a öpüşme hakkında bir şey söyleyemezdim,sonuçta beni öpen kişi belki de hayatımda bir daha asla görmeyeceğim biriydi. Kim oldugunu bilemezdim.
"Biraz acımıştı,nefes aldığımı fark ettiğimde rahatlamıştım." dedim.
Buna karşılık masaya koyduğu ellerine bakmakla yetindi.
"Bize senin uyanman konusunda umutsuz şeyler söylemişlerdi. Seni görmeye geldiğimde gerçekten korkmuştum." dedi Raven, hâlâ ellerine bakıyordu. Kulaklarının da kızardığını fark ettim,bana bunu söylerken neden böyle olmuştu anlayamamıştım.
"O kadar kötüydü desene.'' dedim mırıldanarak.
Raven sonunda başını kaldırıp bana baktığında yine ilk tanışmamızdaki gibi yaptı,eliyle saçını düzeltti oysa buna ihtiyacı yoktu. Sanırım gergindi,gergin olmasa bile az önce söylediğinden dolayı suçlu hissetmiş olmalıydı ki dikkatini benden başka bir şeye yöneltmişti,saçına.
Onu nasıl rahatlatabilirdim bilmiyordum,dahası neden beni yarı ölüyken görmeye gelmişti? Belki de o da tıpkı benim yaşadığım kafa karışıklığını yaşamıştı,beni uykuyla hayal arasındaki o incecik çizgide görüp ardından unutmuştu. Yanıma gelmişti,elimi tutmuştu ya da başımda oturup filmlerdeki acıklı sahnelerde olduğu gibi uyanmamı fısıldamıştı.
''Bir şey sorabilir miyim?'' dedi. Ela gözleri gözlerimin üstündeydi,hiç bu kadar net göz göze gelmemiştik. Karnımın büzüldüğünü hissettim.
Başımı evet anlamında salladığımda rahatlamış şekilde nefes verdi,''Neden ilk karşılaşmamızda bana Raven dedin?'' dedi. Meraklı Raven bakışı yüzüne tıpkı bir gölge gibi düşmüştü.
Bu soruyu sormasını beklemiyordum. Hatta bunu unuttuğunu düşünüyordum ama unutmamıştı. Öyleyse ona ne diyecektim? Dürüst olmak istiyordum ama kendimden emin değilken ikimizi de kandırmam doğru olmazdı. En azından şu an anlatmasam iyi olacaktı.
Bir kaç dakika sessiz kalıp sokağı izledim,Raven bir daha sorusunu yinelemedi.
Sonunda Gia'nın kızıl saçları gözüme çarptı,elinde iki tabakla düşüreceğini bilmesine rağmen zıplayarak geliyordu.
Masaya yaklaşıp tabakları önümüze bıraktı,düzgün kesilmiş kek diliminin kokusu burnuma geldiğinde midem alarm verircesine guruldadı.
"Teşekkür ederiz Gia," dedi Raven kıza gülümseyerek.
Gia ellerini beline koyarak bana baktı,"Annem keki beğenmenizi umuyor. Ve şey..." dedi mahcup bir sesle.
Ona gülümsedim ardından da cümlesini bitirmesi için bekledim.
Raven'da biraz önceki gerginliğini saklayan bir şekilde kıza bakıyordu.
"Saçların çok güzel." dedi Gia.
Bu sözün muhatabı Raven'dı. Gia'nın yanakları saçlarından bile daha kırmızıydı.
Raven şaşkınca kaşlarını kaldırdı,küçük kızın ilgisini beklemediği belliydi. Ne cevap vereceğini merak ediyordum.
"Teşekkür ederim,çok kibarsın." dedi Raven ve kızın başını okşadı tıpkı bir ağabey gibi. Bu hareketi daha önce binlerce kez yapmıştı,belki de kardeşi vardı.
Gia aldığı cevaba sevinmişti,başka bir şey söylemeden koşarak dükkana girdi.
Raven sadece gülümseyerek keke baktı ve başlamamı bekledi.
"Burada böyle yemekler olduğunu bilmiyordum." diye itiraf ettim. Tabağın yanındaki çatala uzandım.
Raven'da aynısını yaptı,ikimiz de aynı şekilde keki ortadan ikiye bölmüştük. Evet,alakasız bir şeydi ama ikimizin de solak olduğunu o an fark etmiştim.
"Bu sokak geçmiş şeylerden yeni olanlara uyum sağlamak için kuruldu. Eğer sevdiysen boş zamanımızda gelebiliriz." dedi.
"Olabilir." dedim.
Kek zaten küçük bir dilimdi,Raven'ı dinlerken yarısını çoktan mideye indirmiştim. Ama tadı o kadar güzeldi ki dilimde gerçek bir tat bırakmıştı. Ekşi ama bir o kadar da tatlıydı.
Kekin etkisinden kurtulmamın ardından Raven'a daha sonra gelebileceğimizi söyledim. Bunu duymak istediğini biliyordum çünkü artık gergin değildi. Bunu gördüğüme sevinmiştim.
Kekler bittiğinde, birbirimizi izledik bir süre. Raven gözlerini kısıp aklımı okumaya çalışıyormuş gibi yapıyordu,sırıtıyordu.
Bende onun gibi yapıp gözlerimi kıstım ve ikimizden biri gülene kadar öylece birbirimizin yüzlerini ezberledik. Onun yüzünün her bir noktasını bir daha unutmamak için aklıma kazıyordum. Gözleri,burnu,dudakları ona ait olan her bir şeyi sanki benimmiş gibi içime atmak istiyordum. Çok yakışıklı bir erkek değildi,kızların peşinden koşacağı biri gibi de değildi. Ama onda insanı kendine çeken bir şey vardı. Ondan bir parça istiyordum,dahası hâlâ ona yaklaşmak konusunda karasızdım. Raven hakkında düşüncelerim yüzüne baktıkça daha da güçleniyordu. Her ne olursa olsun o Raven'dı,unutmamam gereken tek şey buydu. Unutma,dedim kendime. Onun adı Raven. Onun adı Raven. Onun adı Raven.
****
Raven'la zaman geçirdiğim için mutluydum.
Akşamüzeri Deneme Alanı'na dönmüştük. Raven bana yarın asıl görevlerimizden birine başlayacağımızı söylemişti. Başkan Calibren bizi özel bir görev için Togram dışına gönderecekti.
Togram dışı demek,tekrar Güney'e dönmek demekti. Bunu yapmak istemiyordum,oraya dönersem eskisinden daha kötü olacağımı biliyordum.
''Neden gidiyoruz?'' diye sordum tekrar koridorda yürümeye başlarken.
''Ne yapacağımızı bilmiyorum ama bence dışarı tekrar çıkmak iyi bir fikir değil.'' dedi Raven. Başımı sallayarak onunla aynı fikirde olduğumu belirttim.
Doktor Wood'un yanına gidiyorduk. İlaç almamız ve hemen ardından da yerleşkemize dönüp bize gönderilen yemekleri yememiz gerekiyordu. Günlük rutinimizin bu kadar sıkıcı olmasının sebebi bize verilen görev yüzünden olmalıydı.
"Ralf! Lily!" diye bağırıyordu biri,yine üstüme alınmamıştım. Raven arkasını dönünce bende arkamı döndüm ve nefes nefese kalmış,yüzü terden sırılsıklam olmuş Rose'u gördüm.
Yaşadığımız gerginliğin üstünden saatler geçtiği için bana bakarken kızgın görünmediğini fark ettim.
''Selam.'' dedim.
Raven konuşmama öylesine şaşırmıştı ki ters ters baktı,sanırım hala Rose'a kızgındı. Sesimde hiç bir duygu olmaması işimi kolaylaştırmıştı. Sadece kuru bir selamdı o kadar.
''Nerelerdesiniz? Tüm gün sizi aradım.'' dedi Rose.
Bu sefer konuşmamam gerektiğini biliyordum.
Raven kıza sırtını döndü ve yürümeye devam etti,Doktor Wood'un kapısı açık olduğu için tek kelime etmeden içeri adım atmıştı. Onun arkasından ikimizde birbirimize baktık. Rose ellerini kaldırıp suçsuz biriymiş gibi rahatça salladı,''Bazen onu anlamakta güçlük çekiyorum.'' dedi.
Cevap vermedim ve Raven'ın yanına gitmeye karar verdim,bir süre Rose'la muhatap olmasam daha iyiydi. Açık kapıyı tıklattım,''Girebilir miyim?'' dedim başımı içeri uzatırken.
Doktor Wood elini önlüğünün ceplerine soktu,klasik bir doktor duruşuydu bu,''Merhaba Lily,tam boş zamanımda geldiniz. Lütfen içeri gel,kapıyı kapat.''
Dediğini yapıp kapının karşısındaki duvarın dibine çökmüş,ayaklarını esneten Rose'un suratına kapıyı kapattım.
Raven sedyeye oturmuş bacaklarını sallandırıyordu,sedyenin yanındaki plastik sandalyeye oturuverdim. Yine o gergin yüz ifadesini görünce biraz endişelendim. Doktor Wood duvara monte edilmiş metal bir kutudan şırınga ve küçük cam bir ilaç şişesi çıkarıp yanımıza yaklaştı,''Daha iyi görünüyorsun Lily.'' dedi ve gülümsedi. Bu sözü duymak gerçekten iyi gelmişti,artık eskisi kadar çaresiz hissetmiyordum.
Kadın şırıngaya bir fiske vurduktan sonra Raven'ın sol kolunu sıyırdı,bir parmağıyla hemen damarını buldu ve iğneyi yavaşça batırdı. Bunu izlerken bandajlı kolum zonklamaya başladı. Kolunun altındaki sarmaşığı çok net olmasa da görebiliyordum,soluk yeşil bir çizgi gibi duruyordu ve bir delik izi de vardı,tıpkı bende olduğu gibi.
Ona bakarken kendi koluma bakma ihtiyacı duymuştum,kolumu sıyırıp bacağımın üstüne yerleştirdim,sararmış bandaj incelmişti ve derim sızlıyordu.
O an gözüm Doktor Wood'un eline kaydı. Şırıngadaki sıvı kan gibi kıpkırmızıydı,yoğundu ve iğneden Raven'ın damarına akarken derisinin altında tuhaf bir kabarıklık oluşturuyordu. O bu sırada gözünü sımsıkı kapatmış bekliyordu. Bir kaç dakika sonra işi bittiğinde Doktor Wood omzuma dokundu,"Sıra sende." dedi.
Raven sedyeden indi,ben sandalyeden kalkınca yerime oturdu. Kadının eline tutuşturduğu pamuğu koluna bastırıyordu.
Ortam çok sessiz olduğu için gerginliğimi yer karolarına gözümü dikerek saklamayı umuyordum.
Doktor Wood ilk olarak sol kolumu eline alıp bandajı açmaya başladı,bandaj açıldıkça kolum hafifliyordu. Derimin altındaki sarmaşığı görmek sandığım kadar korkutmamıştı beni.
"Pekala bu iyi. Yaran kapanmış." dedi ve parmağıyla nazik bir şekilde delik izine dokundu.
Sonra aynı metal dolaba uzandı,şırıngayı ve ilaç şişesini çıkardı. İlacı şırıngaya doldururken konuşmasını sürdürdü,"Seni uyarmam gereken birkaç şey var. Bu ilacı her gün kullanmalısın,kullanmadığın gün beynin tıpkı bataryası bitmiş bir telefon gibi kapanır ve kendini doldurana kadar seni uyutmaya başlar. Bir nevi koma gibi." dedi.
Yutkundum.
İğneyi koluma batırıp ilacı enjekte etmeye başladı. Tıpkı Raven'da olduğu gibi derimde oluşan nabız gibi atan kabarıklığa bakıyordum.
"Ve asıl önemli olan şey,bu ilaç senin geçmiş hafızanı etkileyecek. Sabah yaşadığın kafa karışıklığını tamamen etkisiz kılacak." dedi. Bunu duyduğum an başımı kaldırıp kadına baktım.
"Bunun anlamı şu an kafamı karıştıran her şeyi unutacağım,öyle mi?" dedim.
Unutmak kelimesi artık içime işlediği için kelimeler ağzımdan kolayca çıkıyordu.
"Unutmak kötü bir kelime seçimi. Yenilenme gibi düşünebilirsin." dedi ve iğneyi kolumdan çekip yerine pamuk parçasını bastırdı.
"Merak etme." dedi Doktor Wood benim korkulu bakışlarımı yakaladığında. "Bu gece uyuduğun zaman ilaç aktive olacak."
Raven ayağa kalkıp kadına döndü,"Gidebilir miyiz?" dedi.
Doktor Wood başıyla kapıyı işaret etti,"İyi akşamlar."
****
Yerleşkeye tekrar döndüğümde rahatlamıştım.
İtiraf etmeliyim,tam olarak rahat sayılmazdım ama burası evim olarak kabul ettiğim yer olduğu için biraz olsun yaşadıklarımı sindirmeyi umuyordum,gece oturup saatlerce düşünebilecek kadar dolduğumu hissediyordum.
Kapımıza bırakılmış sıcacık yemek paketlerini alıp eve girdik,kapıyı Raven açtığı için Rose'la göz göze gelmeden içeri girmişti.
Kimse tek kelime etmiyordu.İlk gelişimin aksine bir şeyler durgunlaşmıştı ve bunun nedeni Raven ve Rose'un arasındaki kırgınlık değildi. Adını koyamadığım bir tür olgunluktu bu.
Rose salona geçip televizyon izlemeye başladı,Raven beni takip etti. Amacım odama çıkıp biraz olsun sakince düşünebilmekti. Hemen üst kata,odama çıkmıştım.
Raven'da tam karşımdaki odasına kapanmıştı,beni rahatsız etmek istemeyişine sevinmiştim.
Saatler sessizlikle geçerken,kendi başıma kaldım ve düşünmeye başladım: Neler oldu?
Yatağıma oturmuş bir cevap arıyordum. Düşündükçe aklıma gelen görüntüler karmakarışıktı. Adım ne?
Nasıl biriyim?
Tek bildiğim Proje Ivy'ye nasıl katıldığım. Ama kişisel hiçbir şeyimi hatırlayamıyordum. En sevdiğim renk gibi basit bir şeyi bile. Elimde kalan tek şey parça parça anılar ve bu gece uyuduğumda onları da kaybedecektim.
Bu kadar ısrarla eski benliğimi istemem doğru muydu? Yoksa artık çabalamayı bırakmalı mıydım?
Dikkatimin dağılması için yemek paketini açıp içindekilere göz atmaya karar verdim. Paketin içi parlak bir şeyle kaplanmıştı ve ne yazık ki yine paketlere konulmuş uçlarından tüpler sarkan yiyecekler vardı. Zaten gerçek bir yemek bekleyerek aptallık ettiğimi biliyordum.
Et olarak etiketlenmiş soluk kahverengi paket midemi bulandırmıştı,paket sıcaktı ve elimde tuttukça nasıl üretildiği konusunda berbat düşünceler aklıma geliyordu.
Geri kalanlara bakmadım,paketlerin bulunduğu şeyi yatağımın başucundaki komodine koydum.
Ellerimi başımın arasına aldım.
Sakinleşmek,adeta bir işkence gibiydi. Kendi kendime psikolojik olarak zarar vermeye başlıyordum.
Raven bu karmaşadan çıkmama yardım edebilirdi,hatta ona her şeyi anlatmak istiyordum. Saatin kaç olduğu umurumda değildi. Bunu yapmak için sonunda ayağa kalkacak gücü bulduğumda,odamdan çıkıp Raven'ın kapısının önünde durdum.
Sakince bir kez çaldım.
Bir kaç dakika bekledim.
Tam tekrar çalmak için elimi kaldırmıştım ki,Raven yana yatmış saçıyla,uykulu gözleriyle beni karşıladı. Üzerinde yeşil renkte pijamalar vardı. Hemen bir elini saçına götürdü,gözbebeklerinin büyüdüğünü fark ettim. Şaşırmıştı hatta bana içtenlikle gülümsüyordu.
"Lily? Bir şey mi oldu?" dedi,sesi derinden geliyordu. Öksürdü.
"Ben...şey biraz konuşabilir miyiz? Uyandırdıysam özür dilerim." dedim.
"Sorun değil. Ne hakkında konuşuyoruz?" dedi. Geri çekilip,geçmeme izin verdi. Odası benimkiyle aynıydı,şu an gözüme çarpan tek fark dağılmış yatağıydı.
Ayakta durup öylece bekledim. Bu yaptığımın doğruluğunu düşünmediğim için bir anlığına kendime kızmıştım.
Raven yanımdan geçip kapısı açık duran banyoya girdi,su sesi duydum,sanırım yüzünü yıkıyordu.
Bir kaç dakika sonra geri geldiğinde yatağına oturdu.
"Ayakta durma,otursana." diye teklifte bulundu.
Tıpkı bir robot gibi hareket ettim ve yanına oturdum.
Ona daha yakından bakmak tuhafıma gidiyordu. Alnında çizgi şeklinde bir iz olduğunu yeni görüyordum.
Avuçlarıma baktım.
Nefes aldım,bir kaç dakika içimde tutup o baskıyı hissettim. Vücuduma yayılan enerji belki de artık konuşmam gerektiğini bildiriyordu. Kelimeler kendiliğinden ses buldu, "Bana bugün sorduğun şeyi hatırlıyor musun?" diye başladım söze.
"Evet. Sorun ne?" dedi Raven.
Ona bakarken bir eline uzanıp tuttum. Yaptığım hareket ikimizi de şaşırtmıştı,kendimden bunu beklemiyordum. Kızardığımı hissettim.
Bana o kadar masum bakıyordu ki konuşmam için gerekli olan cesareti vermişti.
"Lütfen ben bitirene kadar dinle olur mu?" dedim. Her dakika içimde büyüyen cesaretle söyledim her bir kelimeyi.
"Tamam,dinliyorum." dedi ve ellerimize baktı.
"Bak, istersen anlattıklarımdan sonra bana deli de ama benim adım Lily değil. Uyanmadan önceki bazı şeyleri hatırlayamıyorum. Bu şeylerin çoğu kendimle ilgili."
Gerçekten bunu anlayıp anlamadığını gözlemlemek için gözlerine baktım.
Başını onaylarcasına salladı,bu iyiye işaretti.
"Kafam çok karışık,kim olduğumu bilmiyorum. Sadece gerçek adımı,kimliğimi hatırlamak istiyorum ama bunu düşündükçe karşıma kocaman bir boşluk çıkıyor." dedim,sesim titriyordu. Gözlerim sinirden dolmaya başlamıştı,ağlasam bile umrumda değildi. Döktüğüm göz yaşları ölen gerçek "Lily olmayan ben" için olacaktı bu gidişle.
"Hey,iyi misin?" dedi Raven yüzüme dökülmüş saçıma uzanırken. Eliyle saçımı kulağımın arkasına sıkıştırmıştı.
Burnumu çektim dediğini umursamadan içimdekileri dökmeye devam ettim,"Ve senin adın Ralf değil. Sen Raven Romanov'sun. Ama başına lanet olası sekiz haftada ne geldiyse artık o değilsin sen. Bu beni o kadar üzdü ki,bilemezsin." dedim.
Raven'ın yüzünde korktuğum ifadeyi yakalamıştım: Kafası karışmıştı.
Artık tamamen ağlamaya başlamıştım,ellerimle yüzümü kapattım.
"Gerçek adımı öğrenmek istiyorum. Senin tekrar az da olsa tanıdığım Raven olmanı istiyorum." dedim yalvarırcasına.
Lütfen bir şey hatırla,Raven! Raven!
Kafamda kendi sesim çığlık çığlığa bağırıyordu.
Nefesimi düzene soktuğumda Raven tek bir şey söyledi,"Sorumun cevabını aldım.Ve hayır,sana deli falan demeyeceğim çünkü gerçekten acı çekiyor gibisin." dedi. Söylediklerimi hemen kabullenmediğini çok iyi biliyordum,bana tam olarak inanmamıştı da. Bu daha çok ağlama isteği oluşturuyordu içimde. Yumruklarımı sıktım.
"Ben...Ben..." diye kekelemeye başladım.
"Hayır sorun değil, sakin ol lütfen." dedi ve bana sıkıca sarıldı. Kollarının arasında,beni sarması kalp atışlarımı düzeltiyordu. O yanımdaydı,biraz olsa bile beni anlamıştı.
Konuşmaya devam etti,"Şimdi... hazır birbirimize bir şeyler anlatıyorken,sıra bende." dedi.
Başımı biraz geriye çektim. Neden söz ediyordu? Kafam karışmıştı. Kaşlarım çatılmış halde ona baktım.
"Dinliyorum." diyebildim kısık sesle.
"Uyanmadan önce her gün ziyaretine geldim. Seni ilk gördüğümden beridir her gün uyanman için dua ettim.Umutsuzca sana aşık olmuştum. Bunu bu kadar rahat söylüyorum çünkü kafamda binlerce kez bu anın hayalini kurmuştum. Sana nasıl anlatacağımı. Bugün,ilk kez gözlerinin rengini,gülüşünü gördüm. Biliyorum su an itiraf etmem saçma ama kendimi daha fazla tutamazdım."
İnanamıyordum,her gün yanıma gelmişti. Benim uyanmam için dua bile etmişti. Ve...bana aşık olmuştu. İnanamıyordum. Bu olamazdı.
Ve aniden o şey oldu.
Dudaklarını benimkilere yapıştırıp beni öptü. Hem de öyle bir öptü ki,onu daha da kendime çekesim gelmişti. Bu dudakları çok iyi tanıyordum. Bu istekli öpücüğü çok iyi tanıyordum.
Geri çekildiğinde nefesi kesilmiş halde konuşmaya devam etti,"Uyandığında seni öpen kişi bendim." dedi.
Bir eliyle yüzümü okşadı,ağzımdan tek kelime çıkmıyordu. Şu an bunun yaşandığına inanamıyordum.
"Bir şey söylemene gerek yok. Sadece seni gerçekten aklımdan çekip atamıyorum. Eğer benimle olmak istemezsen seni zorlayamam ama lütfen bana bu acıyı yaşatma." dedi.
O kadar heyecanlanmıştım ki,ellerim titriyordu.
O ana kadar yapabileceğim en mantıklı şeyi yaptım,ona sarıldım.
Tek kelime etmeden dakikalarca öyle durduk.
Hâlâ bir seyler için umut vardı. Eğer Raven bana aşık olmuşsa,hâlâ kendime vermem gereken ikinci bir şansım vardı. Kim olursam olayım,şu an sadece ikimize aitti. Belki de şu an tek istediğim şey buydu.

Proje Ivy (Güncellenmeyecek)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin