Yanıyordum.
Bedenimin her bir noktası,uzun zaman önce kaybettiğimi sandığım bir duyguyla sarsılıyordu. Bu şey heyecandı.
Yada en azından bu kelimeyle ifade edilebilirdi o ana mahsus.
Önümden yürüyen orta yaşlı kadın iki adımda bir duruyor,elindeki kartı okutarak kapıları açıyordu.
Biip. Biip.
Üzerinde Soğuk Oda yazılı kapıya gelene kadar,sayabildiğim kadarıyla tam dokuz kapıdan geçmiştik ve her yer birbirine benzediği için sürekli aynı alanda gidiyormuşuz gibi hissetmiştim.
Kadın sonunda kıvrımlı koridoru hızla geçti,durmadan yürüdü ve birden bire durdu. Az kalsın ona çarpacaktım.
Elinde tuttuğu kartı ortadan ikiye ayırdı,kırdığını zannettim. Yarısını avucunda tuttuğu kartın bir ucu parlaktı,o kısmı kapının hemen yanında duran ve oldukça işlevsiz görünen küçük kutuya soktu.
Yine o sinir biip sesini duyduğumda,içimde bir şeylerin kıpırdandığını hissettim.
Titreyen ışıklar eşliğinde derin bir nefes verdim. Buraya neden Soğuk Oda denildiğini hiç düşünmememin hatasını az sonra görecekmişim gibi hissediyordum.
Kafamda bir ses vardı,güm güm güm,"Hazırsın,hazırsın,hazırsın."
Bunun paniklemememi engellediği su götürmez bir gerçek olmasına rağmen,bedenen iyi hissetmiyordum.
Kadın tamamen aydınlanan odaya adımını attığı an konuşmaya başladı,sesi çok kısıktı,"Buraya Soğuk Oda diyoruz genç bayan." dedi alaycı bir sesle. Bir kaç adım attıktan sonra, olduğum yerde durmayı tercih ettim.
Boş gözlerle etrafı incelemekle meşgul olduğumdan oldukça aptal görünüyor olmalıydım.
İçerisiyle ilgili ilk düşüncem şuydu:
Hastane odasına benziyordu. Yani evet,abartılarak sunulan bir proje,ölmeyen bir başkan,gelecekten fırlamış yemekler,tuhaf bir toplumu olan bir yerde,sözde süper güçlerin verildiği odanın bu kadar basit olması beni ciddi anlamda şaşırtmıştı.
Yatak, yatağın yanı başında çeşitli makineler,yerde birbiri içine geçmiş kablolar ve duvara sabitlenmiş bir bilgisayar vardı. Ve o şeyi gördüm. Camdan yapılma uzun,dikdörtgen bir kutu vardı. Bunu söylemem çok klasik olacak fakat pamuk prensesin koyulduğu cam tabuta benziyordu.
Kutuyu ilk başta görmemiştim çünkü o kadar ince bir camdan kesilmişti ki,üzerinden kırılan ışıklarla anca belli oluyordu. Koyulduğu metal stant geniş ve kalındı. Sanırım eskiden pencerenin olduğu yerin önüne koyulmuştu.
Her şey mavi renkteydi,fazlasıyla steril görünüyordu. Yada öyle görünmesi için uğraşılmıştı,havada uçuşan küçük toz parçaları gördüğüme yemin edebilirdim. Burnuma nem kokusu gelmişti,bu odanın ne zamandır kapalı olduğunu merak etmiştim.
Kadın duvara asılmış bilgisayara yöneldi,hızla açıp bir şeyler yazdı. İlk sorduğu şey adım oldu.
"Adın nedir?" dedi.
"Claire Williams." diye cevapladım.
"Ah,memnum oldum. Umarım adını seviyorsundur. İsmim Dee." dedi bıkkın bir sesle.
Dediği şeyi anlamamış olsam da,"Evet...bende memnun oldum." dedim.
"Lütfen yatağa otur ve yerde duran siyah kabloları bileğine batır." diye emretti.
Bir gözüm cam kutuda,yatağın üzerine oturdum,elimle yerdeki kabloları alıp siyah olanları hızla çektim.
Ucunda neredeyse yarı parmağım kadar iğnesi olan kabloyu görünce midem bulandı.
Kendime iğne saplayamazdım,dahası kan görmeye dayanamıyordum.
"Sarı kablo başın için." dedi Dee. Sonra bana kısa bir bakış attı,durumumu anlaması kısa sürmemişti,"Pekâlâ...bu işe kalkışıyorsun ama iğneden mi korkuyorsun? Kollarını aç,yardım edeceğim."
Kollarımı sıyırdım,beyaz tenim ve belirgin damarlarıma son kez bakıyor gibi hissediyordum. Özellikle de tenimin doğallığına,bedenimin hissettirdiği kişisel aitlik duygusuna veda edeceğimi kabul etmem gerekiyordu. Çünkü bizi insan üstü yapacaklardı,en azından böyle umuyordum.
Dee iğneleri iki eline aldı ve kucağımda duran kollarımı tutma ihtiyacı bile hissetmeden tek hamlede sapladı.
"Neyse ki damarların belirginmiş." dedi.
Acıdan dolayı gözlerim sulandı,tek bir ses bile çıkarmamayı başardım,iğnelerin açtığı deliklerin kenarlarında kan birikmeye başlamıştı. Başım dönüyordu. Kana bakma,bakma,bakma. Gözünü kapat,dedim kendime.
Yatağa uzandım.
Dee sarı kabloyu sertçe çekti,iki ucuna hafifçe üfledikten sonra,başımın kenarına batırdı. Neyse ki iğneleri küçüktü.
Kabloların açıkta kalan uçlarını hızla yerden aldı,eline bulaşan şey kanımdı, o kablodan boşu boşuna akan bir kaç damla kanım. Kabloları başka bir yere taktığını gördüm.
Gözümü kapattım.
"Bakalım burada ne varmış?" diye mırıldandı Dee. Bilgisayarın kasasından gelen uğultu dışında oda sessizliğe teslimdi.
Kollarımdaki iğnelerin bir süre sonra titremeye başladığını fark ettim. Kaşındırıcı ve vakum gibiydi. Kanımı çekiyordu.
Başımdakiler de belli aralıklarla elektriğe benzer bir şeyle canımı yakıyordu. Bu iki işlem aşağı yukarı on dakika sürdü.
Gerginlikten acıyan ayaklarımı esnettim,henüz iğnelerden daha acı veren bir şey yoktu. Cam kutuyu saymazsanız.
Dee konuşmaya başladığında güçsüz hissediyordum. Vücudumdan çıkan bu kadar kanı ne yapmak istiyorlardı?
"Bu işlem kanını depo etmemiz için. Bir kısmını senin için saklıyoruz. Tam sağ kolunun altındaki deriye sarmaşık koyacağız. Oradaki damarlarınla bitişik olacak ve vücudunu besleyecek. Sonra seni şu camın içine koyacağım.-başıyla kutunun olduğu yönü işaret etti- Gelişimin tamamlandığında oradan çıkarılacaksın. Anladın mı?"
Kelimeler gözlerimin önünde puslu puslu belirdi. Soğuk Oda. Soğuk.
Beni donduracaklardı. Teknik olarak donacağımı söylemedi ama gelişim tamamlamanın uzun süreceği belliydi.
Bunun için bir şekilde bedenimi muhafaza etmeleri gerekmez miydi?
"Donduruluyor muyum?" dedim zorlukla gözlerimi açarken.
"Uyuyorsun." diye cevap verdi Dee.
"Ne kadar?" dedim yutkunarak.
"Aksilik çıkmazsa,altı hafta."
"Peki uyanınca ne olacak?" dedim başımı çevirip cam kutuya baktım.
Dee'nin sesi sakindi,"İstediğin şeyi almış olacaksın. Ama seni uyarmam gereken bir kaç şey var."
Yanıma yaklaşıp oldukça nazik bir hareketle kolumdaki iğneleri çıkardı. Derimde oluşan delikler korkunç görünüyordu,hatta iz kalacağından emindim.
Sakince kadını dinlemeye devam ettim,"Şu an hafızanın belli kısmını bir çipe yüklüyorum,bu senin kişisel bir hakkın. Ama işlemden önce,proje şartları gereği kimlik hafızanı silmeliyim. Bunun anlamını biliyor musun?"
Kimlik neyi?
"Hayır." dedim kollarımı görmemek için iki yanıma koymuştum.
"İğneler sayesinde verileri yüklüyorum. Bu veriler içinde senin adın,doğum tarihin gibi beynin kendi kaydettiği kimlik bilgilerin var. Mesela sana adını sorduğumda beyin otomatik olarak Claire demeni istedi,çünkü sen kimliğini,kim olduğunu biliyorsun. Projeye göre bir kaç değişiklik olmalı,anlatabildim mi?" dedi. Dee'nin neşeli hali olayı daha da korkunçlaştırıyordu.
Adımı unutacaktım.
Tepki vermek istemiyordum,sakin olmayı tercih ettim. Sonra,içimden bir ses bana zaten adımın devlet listesinde ölü olduğunu hatırlattı.
"Tamam,anladım." dedim.
"Artık soyunman gerekiyor," dedi Dee. Ve cam kutuya yaklaşarak eliyle üstteki parçasını kaldırdı,"Çabuk olmalıyız çocukla aynı anda yerleştirilmen gerekiyor."
Kast ettiği kişinin Raven olmasını diliyordum.
Dee bu konuda da zorlanacağımı biliyordu,kutunun üzerinde durduğu metal standın üzerindeki kolu çekti ve içinden vakumlu bir pakette duran mavi,buza benzeyen kocaman bir kalıp çıkardı. Kalıbı camın içine koyduğu an sihirli bir şekilde suya dönüşmüştü.
Dee arkasını döndü,"Hadi utangaç kız,soyun ve kutuya uzan. Korkma zararsızdır." diye söylendi.
İsteksizce soyunmaya başladım. Soğuktan tüylerim diken diken oluyordu,kollarımdaki izler şu an sızlamaya başlamıştı.
Kıyafetlerimi ayakucumda bırakıp içi sıvıyla dolu olan camdan yatağıma göz gezdirdim. Hayatımdan altı hafta bu şey için ayrılmış olacaktı. Dee standı ayaklarımı sokup uzanabileceğim bir konuma getirene kadar elinde tuttuğu kumandayla çeşitli düğmelere bastı.
Ardından camın etrafına tuhaf büyüklüklerde borular yerleştirdi,her yandan çıkan boruların yolunu takip ettiğimde bilgisayara bağlı olduğunu gördüm.
Raven'ı düşünerek hızlı hareket ettim,ayaklarıma değen sıvı soğuktu ama soğuğu hissedemeyeceğim kadar tenimi uyuşturmuştu. Bu kadar hızlı etki etmesine şaşırmıştım.
Uzandığımda elimle bir yerlerimi kapatmamak için kendimi zor tutuyordum,çıplaklıktan nefret ediyordum. Kulaklarıma dolan sıvı duymamı zorlaştırıyordu,hızla uyuşan bedenim tıpkı bir ton ağırlığa sahipmiş gibi camın içine yığılmıştı. Nefesimi tutuyordum,ciğerlerim aksini yapmak istese de kendimi sıkıyordum.
Dee'nin sağ kolumu kaldırdığını gördüm bulanık mavi perdenin ardından. Elinde tuttğu uzun sopaya benzer dikenli bir şeyi kolumdaki delikten içeri soktu. O an acı içinde inledim,ayaklarımla camın tabanını tekmeledim. Kolumdan daha fazla kan aktığını görüyordum,koyu renkli sıvıdan bir kaç damla tam göğüslerimin ortasına düşüp hızla dağıldı.
Dee kolumu nazikçe yerine koydu.
Sonra bağırarak uyuşukluk ve acı arasında duyabildiğim son şeyi söyledi,"Nefesini tutma.Gözlerini kapat."
Kutu titreşmeye başladı.
Borulardan bu kez siyah renkte bir sıvı maviliği öldürmeye başlarken,dediğini yaptım. Bulanmış sıvının içime dolmasına izin verdim,bedenimin her bir noktasındaydı artık.
Sonra gözlerimi kapattım ve uzun süredir kuramadığım hayalleri görme umuduyla kendimi karanlığa teslim ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Proje Ivy (Güncellenmeyecek)
Ciencia FicciónProje Ivy,kıyameti başlatan salgının yarattığı yıkıcı etkiyi azaltması ve yeni bir toplum düzeni kurulması amaçlanan bir projedir. Ve bu projenin en değerlileri Ekstra adındaki seçilmiş kişilerdir. Ekstralar üstün güçleriyle yeni kurulan şehir Togra...