Medya: Yiğit
İyi okumalar...Gözlerimin önüne doluşan anıları bir kenara itip doğruluyorum küvetten ve bir süre öylece durduktan sonra ayağa kalkıyorum. Her şey ilk gün ki gibi... parmak uçlarımdan damlayan kanın suya dönüşmesini izlerken, kırılmış seramiklerde gezdiriyorum bakışlarımı. Duvarı boydan boya kaplayan kanlı yumruk izlerinde... canımı yakıyor bu izler bana sevdiğim kızı hatırlatırken ve garip bir şekilde ayakta kalmamı sağlıyor.
Kapının arkasındaki bornoza uzanırken kanamaya başlayan yarama gülümseyerek bakıyorum. İşte bana onu hatırlatan bir şey daha... aradan yıllar geçmesine rağmen kapanmayan ve kabuk tutmayan. Lambanın düğmesine basıp karanlığa eşlik eden sükûtu içime çekiyorum önce ve sonra bornozun önünü ilikleyerek çıkıyorum banyodan.
Çıplak ayaklarım gecenin sessizliğine tav olurken, sarsak adımlarım başına buyrukluğunu takınıyor ve bazen kendi evimde bile kaybolacakmış gibi hissediyorum. Ait olamadan sahip olmanın bir getirisi bu... çalan kapının balta vurduğu düşüncelerimi bilinmez diyarlara uğurlarken, gümbürtüye eşlik eden o gür sesin tanıdıklığı şaşırmama sebep olsa da hızlıca toparlanıp kapıya doğru yöneliyorum. ''Cem!''
Ağabeyim, Yiğit. Gecenin dördünde geldiğine göre önemli bir şey olmalı ki, evime geldiği çok nadir anlardan biri bu. Sürgüyü çektikten sonra, deliğin üzerindeki anahtarı çevirip ikinci kapıyı da açıyorum. ''Ne var?'' Ayıplayan bakışlarının ardına gizlediği, daha doğrusu gizlemeye çalıştığı telaşa tezat bir alaycılıkla cevap veriyor.
''Hoş bulduk kardeşim.'' İmasını görmezden gelerek salona doğru ilerlerken, kısa bir an arkama dönüyorum ve hala kapının pervazına dirseğini yaslamış bir vaziyette duran ağabeyime umursamaz bir bakış atıp, ''Geç,'' diye mırıldanıyorum.
Siyaha boyanmış duvarların bir köşesini boydan boya kaplayan büfenin kapağını açarak, bir süre göz atıyorum içindekilere. Değişik markalarda ve değişik türlerde yüzlerce şişeye rağmen göze çarpan ilk şey, üst rafta yalnızlığını ilan edercesine parıldayan kristal bardak oluyor. Yıllardır değişmeyen ve yıllarıma ortak ettiğim tek dostum...
Dış kapının kapanmasıyla beraber siyah, kalın parkelerin yumuşattığı adım sesleri ve tıkırtılar kulağıma ilişirken, odanın aydınlanmasıyla denk bir anda omzumda hissettiğim elin sahibine dönüyorum. ''Söyle.''
Büfeye uzanarak alt raftan aldığı votkanın kapağını açıp okkalı yudum aldıktan sonra, tekli koltuğa kurularak eliyle tam karşısındaki kanepeyi işaret ediyor. Bardağımı ve onun yanındaki viski şişesini alarak tam karşısına oturuyorum.
Parmaklarım büyük bir ustalıkla açtığı kapağı ahşap masaya bırakırken, bardağı dolduran kehribar rengindeki sıvıya düşen yansımayı görmezden gelmeye çalışarak ağzıma diktiğim şişenin ellerimin arasından kayıp gitmesiyle beraber, üzerimde hissettiğim şefkat yüklü bakışlar damarlarımda palazlanan öfkenin körüklenmesine sebep oluyor ve hiddetle ayağa kalkıyorum.
Yeşilini kaybeden gözlerimin aksettiği karanlığa rağmen dudaklarında peyda olan o anlayışlı gülümseme, çelikten bir zırh misali etrafıma ördüğüm tüm duvarların üstüme yıkılmasına sebep olurken varlığını bile unuttuğum savunmasızlık, önüne ne varsa katıp büyüyen bir çığ gibi ezip geçiyordu içimi.
Bedenimi taşımakta zorlanan dizlerime eş değer bir bitkinlikle, tutulduğu apansız zelzeleden sıyrılmak için çırpınan benliğim, girdiği iç savaşın mağlubiyetini altında kaldığı enkazın ağırlığıyla acı bir şekilde tecrübe ederken, yükümü pay edinmek istercesine başıma yaslanan omuza sığınmak, saçlarımı okşayan elin sıcağına tutunmak istiyorum sadece.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölürsem Sevemem Seni (ASKIDA)
RomanceHafif hafif araladı gözlerini. Bakışlarının ilk bulduğu o eşsiz yeşillere düşen yansımasına hayranlıkla baktı ve oraya hapsolmayı diledi içten içe. Gülümsedi. Adını fısıldayıp alnına düşen bir tutam saçı yana doğru savurdu. Şuan hiçbir şeyin önemi y...