''Söz mü?''
''Söz.'' Dedi genç adam gülüşü kuşatırken yeşil gözlerinin ela harelerini.Oysa ne kadar da hazırdı şu güzel adama kanmaya... Alacağı cevabı bilmesine rağmen tekrar tekrar sormak istiyordu. Çünkü; bahaneydi duyacakları. O, kendisine cevap verirken yüzü, küçük bir çocuğa bir şeyler anlatmaya çalışıyormuşcasına yumuşak bir hale bürünen adamın sesindeki tınıya aşıktı. ''Söz mü?'' diye tekrar etmesi de bu yüzdendi belki.
''Söz.'' Dedi Cem ise kendine kızarken içten içe, ''Söz veriyorum güzel kadın. Bir daha asla izin vermeyeceğim yaralanmana, saramayacaksam eğer. Söz veriyorum güzel kadın. Tek bir damla bile dökülmeyecek gözlerinden, parmaklarıma düşmeyecekse eğer. Söz veriyorum. Söz veriyorum güzel kadın. Kokumun kokuna bulanmadığı bir tek gün bile olmayacak artık. Söz veriyorum. Söz veriyorum güzel kadın! Bir daha asla bırakmayacağım seni...''Bir inci tanesi usulca süzülmüş ve tam o esnada esir düşmüştü Busenin dudaklarına. Sevdiği adamın gözlerinden dökülen yaşın tuzlu tadı içindeki kuraklığı körüklerken, susuzluğunu dindirebilmek adına kapandı bu kez o sevdiği dudaklara. Karşılık ise çok geçmeden gelmiş ve içlerinde palazlanmakta olan yangının önündeki tüm bariyerleri yerle bir etmişti. Gerisi aşktı. Sonrası yanmaktı ve bedeldi böylesi bir yanmak ise ayrılığa gebe kalmış tüm esenliklere...
*
''Efendim sultanım?''
''Kuzum nerelerdesin sen kaç gündür? Telefonun da kapalı ulaşamıyorum. Gerçi Melis, Cem ile beraberdir demişti de yine de içim rahat etmedi sesini duymadan. Hem Poyraz'a ne diyeceğim ben, bin bir bahaneyle oyaladım çocuğu bu güne kadar ama yazık yavrucağa, annemi özledim deyip duruyor. Zaten epeyce de suskunlaştı, doğru düzgün yemekte yemiyor. Ne ara bu kadar sorumsuzlaştın sen, ne olacak bu çocuğun hali?''
Genç kadın hatasının farkında olarak, ''Yarın sabah gelmeyi düşünüyorum anne, gelince konuşsak bunları olmaz mı?'' dese de, oğluna karşı duyduğu özlem ile kavrulan yüreği daha da bir arttırıyordu mahcubiyetini.
''Hı... Şey diyecektim sana ben. Maya teyzesi Poyrazı özlemiş de onu görmeye geldi, sana da çok selamı varmış, hanımefendi Cem beyi gördü bizi unuttu diye de söylenmeyi ihmal etmiyor.''
''Hangi Maya anne?''
''Poyraz'ın bakıcısı olan Filiz hanım vardı ya kuzum, onun kızı işte. Üniversite arkadaşındı yanılmıyorsam?''
''Tamam anne, sende çok selam söyle. En yakın zamanda arayacağım onu ben.''
''Peki kuzum söyle o damat bozuntusuna sana iyi baksın, zaten hasta yatağından alıp götürdü birde iyice hasta edip attırmasın kafamın tasını.''
''Peki sultanım var mı başka emriniz?''
''Yok kuzum görüşürüz yarın, hadi iyi bakın kendinize.''''Görüşürüz anne, sende kendine iyi bak.'' Diyerek telefonu kapattıktan sonra Cem'e dönüp, ''Duydunuz beyefendi, iyi bakacakmışsınız bana.'' Diyerek çenesini hafifçe kaldırıp tebessüm etti.
''Baş üstüne hanımefendi, bundan büyük bir zevk duyacağımdan emin olabilirsiniz.'' Diye karşılık veren genç adam muzipçe sırıtırken, ''Artık şu yarım bıraktığımız işe geri dönsek diyorum.'' Diye de eklemeyi ihmal etmeyerek, kollarını iki yanına açarak başı ile göğsünü işaret etti.
''Hiçbir zaman doymayacaksın değil mi?'' Diye cevap verdi genç kadın usulca girerken sevdiği adamın kollarına.
''Size doymak ne mümkün küçük hanım... Aksine, geçen her an biraz daha tetikliyor size olan açlığımı.''
''Sanırım bu kez de beni kandırmanıza izin vereceğim beyefendi...'' Dedi gülümseyerek genç kadın. ''Tamamen sizi düşündüğümden, aksini aklınızdan bile geçirmeyin.''
''Tabi canım, eminim öyledir.'' Derken muzipçe sırıtmayı da ihmal etmemişti genç adam. Sevdiği kadının omzuna hafifçe vurarak, ''Pislik!'' Diye söylenmesi ise keyfini daha da arttırmıştı. Bu kadına aşıktı. Cem Atasoy, Buse Güngör'e deliler gibi aşıktı!
***
''Söyle bakalım küçük bey, şimdi ne yapmak istersiniz?''
Kalan son pasta dilimini de büyük bir iştah ile yerken, ''Parka gidelim, ama bizim evin oradakine.'' Diyerek gözlerini tabağından ayırmaya zahmet dahi etmeyerek cevap verdi Poyraz. ''Hem, şey... Pelin de oradadır belki. Hı, ne dersin Mayacım?''
Tam cevap vermek için ağzını açmıştı ki, çalan telefonunun ekranındaki ismi görünce, ''Peki bitanem, sen şimdi burada otur ben lavaboya kadar gidip geleyim anlaştık mı?'' Diyerek pastahanenin lavabosuna doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı Maya. Bir yandan da gözleri, konuşmasına kimseyi şahit etmek istemezcesine etrafta geziniyordu. ''Ne oldu Pınar, var mı bir gelişme?'' Kısa bir süre önce dudaklarında asılı duran tebessüm ve yumuşak bakışlar kaybolmuş, yerini öfkenin koyu karanlığına bırakmıştı.
"Yok abla, hâlâ şirketin önünde bekliyorum ama merak etme sen, en kısa zamanda öğreneceğim Cem denen o itin evini."
''Ne yap ne et öğren Pınar ve sakın öğrenmeden karşıma çıkayım deme!'' Aldığı cevap onu tatmin etmese de şuan uzun uzadıya tembihlerde bulunabilecek ne sabrı vardı ne de vakti. ''Diğer işi ne yaptınız?''''Her şeyi en ince ayrıntısına kadar planladık; ölüm raporu çıkartıldı, defin işlemleri başlatıldı, yarım saat sonra da Erez beyi göstermelik olarak morga alacağız.''
''Hata istemiyorum Pınar!''
''Olmayacak abla.'' Bir cevap verme gereği dahi duymadan, yalnızca kafa sallayarak kapattığı telefonunu pantolonun arka cebine koyarak, kapıyı girdiği gibi hızlı bir şekilde açarak dışarıya çıktı. Başını hafifçe kaldırıp derin bir nefes aldıktan sonra dolmakta olan gözlerini bir kaç kez kırpıştırdıktan sonra, fotoselli muslukların birinin önünde durarak avuçlarını mermer tezgaha dayarken gözleri aynadaki yansımasını bulmuştu. Yüzündeki ifadesizliği silip süpüren yapmacık tebessümü ve ılımlı bakan gözlerinden çok, makyaj çantasından çıkarttığı fondöten ile ört bas ettiği göz altlarındaki morlukların yerini alan pembemsi allıktı. Daha bir sevimli görünmesini sağlıyordu bu onun ve ne yazık ki kendisinin fazlası ile farkındaydı genç kadın.''Oldu gibi ha?'' Diye fısıldadı morarıp yıpranmış dudaklarına açık pembe rujunu yedirirken, ''Ne dersin Erez, şimdi küçük bir çocuğa cazip gelebilir mi yıllarca elinin tersi ile ittiğin bu kadın?'' Elbette ki bir cevap beklediği yoktu. Ki, kurduğu bu cümle ise soru cümlesi olmaktan çok uzaktı zaten. Ama yine de, O hep yanındaymış gibi davranıyor, aksi bir düşünceye tahammül dahi edemiyordu. Arkasını dönerek kendine doğru çektiği kapıdan dışarıya çıkarak geldiği gibi hızlı ve kararlı adımlarla Poyraz'ın bulunduğu masaya doğru ilerlerken yüzündeki sahte tebessüm sıcak bir gülümsemeye dönmüştü bile. ''Evet Poyraz bey, pastanızı da bitirdiğinize göre artık çıkabiliriz değil mi?''
''Çıkalım Mayacım, hem çok sıkıldım burada ben.'' Diyen Poyraz'ın yanağını hafifçe sıkarak saçlarını karıştırdıktan sonra garsona el işareti yaparak hesabı istedi. Çok geçmeden hesap gelmiş, ödeme yapılmış ve ikili, mekanın çıkışına doğru yürümeye başlamıştı. Poyraz'ın eli Mayanın avucunda, gözleri ise yoldaydı. Her ikisinin de yüzünde bir tebessüm, bir ışıltı vardı birbirinden bağımsız olarak. Biri masum bir sevincin mahsulüydü, diğeri ise kirli bir intikamın kör edici ışıltısı...Menekşe kokulu odamıza dönecek olursak...
Vakit epeyce ilerlemiş, çiftimiz zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştı. Şimdi ise hazırlanma telaşına düşmüş olan Buse, bir yandan sütyeninin kopçasını bağlamaya çalışırken, bir yandan da tek ayağını geçirdiği buz mavisi kot pantolunun içine girebilmek için çabalıyor ve kollarını çıplak göğsüne bağlamış, dayandığı kapı pervazından onu seyreden Cem'e oldukça keyifli anlar bahşediyordu. Genç kadın diğer ayağını da geçirmeyi başardığı pantolununu çekmek için eğilirken, düşen parliament mavisi sütyenini yakalayabilmek için yaptığı hamlenin sonucunda dengesini kaybedip yatağın yumuşak yüzeyini boylarken yarıya kadar çekilmiş ve kalçalarını olduğu gibi açıkta bırakan pantolunu, boylu boyunca uzanmış kolları, yüzünü düşen saçları ve garip yüz ifadesi ile ne kadar komik göründüğünün farkındamıydı bilmem ama bunun farkında olan birileri çoktan kahkahalara boğulmuştu bile.
"Orada öylece durup güleceğinize gelip yardım etseniz diyorum, Cem bey? Gerçi size zahmet olacak ama..." Diye küçük bir çocuk gibi söylenirken ayağa kalkmak için çabalamış, ama ne hikmetse bunu bir türlü başaramamıştı Buse.
"Yaklaşık olarak 20 yıldır tek başınıza giyinebildiğinizi düşünüyordum hanımefendi," Diyerek onu karnının hemen üzerinden tutarak kaldırırken, "Ama yanılıyorum sanırım." Diye de eklemeyi ihmal etmemişti genç adam, muzipçe sırıtırken.
"Yanılmıyorsun bay gıcık. Tutturmasaydın giyinirken seni izleyeceğim diye, böyle olmayacaktı." Derken kızaran yanaklarını gizleyebilmek için başını eğen Buse, baş parmağı ile çenesini hafifçe dürterek yukarı kaldırırken, "Sizi izlememin bunun için bir sorun teşkil ettiğini hiç sanmıyorum bayan. Ama derseniz ki varlığınız başımı döndürüyor, elim ayağıma dolanıyor diye, işte o zaman bunu anlayabilirim sizi." Diyen Cem'in muziplikten ödün vermez hallerini, çocuksu bir homurtuyla karşılamış ve "Çok biliyorsun sen." Diye söylenirken, çoktan giyinmişti bile.
Son olarak çantasını ve komodinin üzerindeki telefonunu aldıktan sonra kapıya doğru yönelmişti ki, bileğinden tutularak döndürüldükten sonra dudağına bırakılan ateşli öpücük ile göğsünü var gücüyle dövmeye başlayan kalbinin duruvereceğini sandı. Neyse ki yanılmış ve sağ salim çıkabilmişti sevdiği adamın evinden. Şimdi ise o minik kalbinden taşmakta olan sevginin bir diğer varisi olan oğlunun yanına gidecek olmanın sevincini yaşıyor ve bu sevinç onun istemsizce gülümsemesine sebep oluyordu. Içi dolu doluydu. Bağıra bağıra şarkılar söylemek istiyor ve her an taşacağını hissediyordu. Öyle ki, karnının kazınmasına sebep olan bu his, mutluluğu dahi kıskandırabilecek cinstendi. Öylesine güzel ve bir o kadar da pahabiçilemez...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölürsem Sevemem Seni (ASKIDA)
RomanceHafif hafif araladı gözlerini. Bakışlarının ilk bulduğu o eşsiz yeşillere düşen yansımasına hayranlıkla baktı ve oraya hapsolmayı diledi içten içe. Gülümsedi. Adını fısıldayıp alnına düşen bir tutam saçı yana doğru savurdu. Şuan hiçbir şeyin önemi y...