Gece; korkuları, yaraları, göz yaşlarını ve siyaha çalan ne varsa kanatlarının altına saklayan yaralı bir kuştu ona göre. Dağınıklığına şahit olmamak için toparlamaya yeltenmeyenlerin içini zifiri karanlığa boyayan bir ressam, bağıra çağıra yaadedilen kanamışlıklara giz olan dipsiz bir girdaptı. Efendisiydi siyahın tüm tonlarını örten gece, karanlığın. Sessizliğin sesi, belki de koru kasıp kavurabilecek kadar güçlü bir yangındı...
''Ben.'' Dedi güç bela, saklandığı yerden bulup çıkarırken titreyen sesini. ''Benden vazgeçtiğini sanmıştım...''
''Peki ya şimdi kadınım,'' Diye sordu genç adam, yanaklarındaki sağanağa ortak olan ıslak parmakları ile okşarken güzel yüzünü. ''Şimdi ne düşünüyorsun?''
Dudaklarını yaklaştırıp köprücük kemiğinin üzerinden öptü sorduğu soruya bir cevap beklemediğini belirtmek istercesine, sonra ise oradaki minik çukurlarda biriken gözyaşlarında gezdirdi dilini ve, ''Denedim.'' Dedi sıcak nefesi, narin boynunu yakıp kavururken sevdiği kadının. ''Ama ne zaman yokluğunu düşünsem ölümün kucağında buldum kendimi. Sensizlik, sensiz yaşamaktan bile zordu. Ve eğer tutunmasaydım bendeki sana böylesine, her zerrem ile sana karışmamış olsaydım, baktığım her yüzde ve her yerde göremeseydim eğer seni, buna tek bir an bile katlanamazdım. Çünkü sevdim. Çok sevdim...''
''Bende.'' Dedi genç adam. ''Deliler gibi hemde...''
Sonrasında ise onu kollarının arasına alarak saçlarının tepesine bir öpücük kondururken, ''Artık uyumalısınız prensesim.'' Diyerek elindeki saati işaret etti. ''Peri annenizin yaptığı sihir az sonra etkisini yitirecektir ve ben bu ana şahit olmak istediğimi hiç sanmıyorum.'' Amacı ortama hakim olan kasveti dağıtmaktı genç adamın ve bunu başarmış, mükafatını ise kucakladığı kadının neşeli cıvıltıları ile çoktan almıştı bile. Ki zaten bu, şahit olduğu en eşsiz anlardan biri ve aynı zaman da dünya da cenneti yaşamak gibi bir şeydi.
*
Kıyafetlerini kendi elleri ile giydirmiş, yatağa yatırmış, üzerini örtmüş ve O uyuya kalana dek yatağın kenarına oturup beklemişti. Şimdi ise hemen yan tarafında duran tekli koltuğa oturmuş, kendi kıyafetlerinin içerisinde tüm güzelliği ile duran kadının, uykuya dalması ile çocuksu bir masumluğun hakim olduğu güzel yüzünü izlerken, viskisini yudumluyordu her zamanki gibi. Ama bu kez hüznünden değil de sevincinden...işte tam o anda masanın üzerindeki telefonunun titremesi ile irkilirken, ışıltısını kaybeden bakışları aşina olduğu karanlığı kuşanmış ve eli gelen mesajı açmak üzere ekranda gezinmeye başlamıştı.
***24.Bölüm
Gece; korkuları, yaraları, göz yaşlarını ve siyaha çalan ne varsa kanatlarının altına saklayan yaralı bir kuştu ona göre. Dağınıklığına şahit olmamak için toparlamaya yeltenmeyenlerin içini zifiri karanlığa boyayan bir ressam, bağıra çağıra yaadedilen kanamışlıklara giz olan dipsiz bir girdaptı. Efendisiydi siyahın tüm tonlarını örten gece, karanlığın. Sessizliğin sesi, belki de koru kasıp kavurabilecek kadar güçlü bir yangındı...
Güneş ilk ışıklarını cömertçe savururken, kirpiklerinden içeriye sızmaya çalışan ışık huzmesine daha fazla dayanamayarak hafifçe araladı gözlerini genç kadın. İçi içine sığmıyor ve her zaman ki gibi yatakta dakikalarca oyalanıp huysuzlanmak yerine bir an önce kalkıp güne merhaba demek istiyordu. Her zamankinden farklı olarak benliğini anbean kuşatmakta olan bir huzur, bir sevinç vardı içinde. Kollarını iki yanına açmış, keyifle gerinirken başını sağ tarafına atması ile nutkunun tutulması bir olmuştu. Buna sebep olan ise, sol omzuna düşmüş başı, her an açılacakmış gibi duran yumulu gözleri, iri elmacık kemiklerini gölgeleyen uzun kirpikleri ve sert yapısına rağmen oldukça masum görünen cehresi ile Cem Atasoy'du. Kusursuzluğun tanımı olarak adlandırabileceği tek adam... Her bakışında tekrar tekrar aşık olduğu ve tüm karanlığına rağmen masumiyetine dair ant içebileceği adam... Bir karıncayı bile incitemeyecek kadar güzel bir yüreği vardı çünkü şu güzel adamın. En azından böyle düşünüyordu genç kadın. Belki de göründüğü gibi olmayan bazı şeylerden biri de buydu, lakin yanılmayacağından öylesine emindi ki genç kadın, aksi bir düşünceyi aklının sınırlarından dahi geçirmiyordu düşlerine bulaştırmasın diye kirini. Belki fazlaydı bu, yanılıyordu belki de. Ama buna inanmak, tüm benliği ile kabullenmek istiyordu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölürsem Sevemem Seni (ASKIDA)
RomanceHafif hafif araladı gözlerini. Bakışlarının ilk bulduğu o eşsiz yeşillere düşen yansımasına hayranlıkla baktı ve oraya hapsolmayı diledi içten içe. Gülümsedi. Adını fısıldayıp alnına düşen bir tutam saçı yana doğru savurdu. Şuan hiçbir şeyin önemi y...