Hızlı bir şekilde kapıyı çarpıp kendimi koltuğa atarken kaybolan silüetlerin gölge düşürdüğü asfalt zemini donuk gözlerle tarıyor ve bilinçsizce tekrarlıyordum bir zehir misali kulaktan bedene yayılan o uğursuz cümleleri. Düşüncesine bile tahammül edemediğim gerçekle yüzleşmek zorunda bırakılmanın yükü, yıkık bir şehrin tüm enkazı omuzlarına yük edilen o minik bedenin yükünden ağırdı. Altında eziliyor, parçalara bölünüp yok olmak istiyordum aldığım nefesler kör bir bıçak gibi dağlarken ciğerlerimi. Büyük bir öfkeyle gaz pedalına yüklenirken hayal kırıklıklarını misafir eden yaşlar birbirinin ardı sıra süzülüyor ve gözlerime kızgın kum taneleri armağan ediyordu.
Solumu çepeçevre kuşatan o lanet sızı soluğumu keserken acizce köşeme çekilmek istedim. Oraya sinmek ve sessizce ölüp gitmek, ama ölümüm gürültülü olacaktı. Annemin çığlıkları kadar acı ve babamın iç çekişleri kadar derinden. Frenine sertçe bastığım arabanın çığırtkan lastik sesleri kulaklarımda yankılanırken kıyısında durduğum uçurumun kasvetli havasını kana kana içiyor ve öncesinde sükutu barındıran o fırtınaya kapılıp gitmek için sabırsızlanıyordum. Hesabı ağır gelmişti midemde konaklayan hesapsız acıların ve ne yazık ki cebimde o kadar mutluluk yoktu. Ödeyememiştim. Hiç olmadığı kadar bükerek boynumu, gidecektim bu hayat sofrasından kalkıp ve adına kaçmak denilen o sıfatsız eylemin ardına sığınarak.
Döşemeyi ıslatan yaşlara bir yenisi daha eklenirken gaz pedalına doğru kararlı bir yürüyüş halindeydi ayaklarım. Kapanmak bilmeyen milimler kilometrelere kafa tutuyor ve umudun son zerreleri umutsuzluk seline kapılıp gidiyordu, önüne benden kalan ne varsa katarak. Sarılmayı bekleyen yaralarım dikiş tutmaz yerlerinden kanarken, morfin etkisi yaratan cümleler arsızca çarpıp duruyordu beyin duvarlarıma ve düşler düşüncelere yenik düşüyordu. Saç diplerime kadar yara aldığım bir savaştı bu. Yorgundum ve kılıcını düşman ordusuna kaptırmış bir asker kadar çaresiz.
Titreyen parmaklarımın yardımıyla açtığım kapıyı ileriye doğru hafifçe iterek sol ayağımı dışarı attıktan sonra bir süre bekledim. Gün, cömertçe savurduğu ışıklarını gök yüzünden ağır ağır toplarken, hala inmemiş, içerisinde ayakkabımın altında ezilen kum tanelerinin ve kuru yaprakların sinir bozucu hışırtılarını barındıran rüzgarın melodik uğultusunu dinliyor ve ruhumu esareti altına alan ölümün bedenimi de kuşatmasını sabırsızlıkla bekliyordum. Gün artığı bir kızıllık her yanı sararken çiselemeye başlayan yağmur, gözlerimin tutulduğu sağanağa perde olurken sol bileğimden yükselen kırmızı şerit dahada belirginleşmeye başladı. Bir damla daha düşerken ıslak bileklerimden çamurlaşmaya yüz tutmuş toprak zemine doğru, uçurumun eteklerinden yükselen o göz alıcı ışığa karışıp, kaybolmak istedim.
Yaklaştıkça bir insan silüetini andırıyordu.Sağ ayağımı istemsizce dışarıya doğru sürüklerken her şey silikleşmeye, yerini onulmaz bir beyazlığa bırakmaya başlamıştı. Ayağa kalkarak bir adım attım ona doğru. Ve bir adım daha. Bedenimi taşımakta güçlük çeken ayaklarım yerin yumuşaklığına gömülürken saçlarıma düşen yağmur damlaları şakağımdan aşağıya engebeli bir yol çiziyordu.
Ve biraz daha yaklaştı... Dizlerimin üzerine çökerken gözlerimi üzerinde sabitlemiş acizane bir bekleyişe dahil olmuştum istemsizce.Morgun soğuk duvarları arasında gömülmeyi bekleyen bir cesetten farksızdım şuan. Biletim kesilmişti ve sıram yakındı, lakin eksik olan bir şeyler vardı. Ölüler hissetmezdi. Ben ise, parmak uçlarımı sarıp sarmalayan soğuğu, alnıma düşen buklelerin ıslaklığını ve sol yanımı bir mengene gibi sıkan o amansız sızıyı... Benliğimi kasıp kavuran o iflah olmaz acıyı her bir hücremde hissediyordum. Ne yaparsam yapayım tam olmamıştı zaten. Her şeyin başladığı şu noktaya dönmemek için verdiğim tüm mücadelenin aslında boş çırpınışlardan ibaret olduğunu anlamak, zifiri karanlıkların ardında parlak ışıklar barındırdığı masalına inanıpta o karanlığın içinde kaybolmak kadar kahrediciydi ve bu, ölümümün bile yarım kalmasına sebep olacaktı.
Gidemeyecektim o sarhoşluğa kapılıp. Can çekişecek ve ömrüme musallat olan acıların kucağında yumacaktım gözlerimi. Huzur yoksunu bir uyku ve sonsuzluğun bir yerlerinde unutulmaya mahkum bir son olacaktı bu. Ardımda bıraktıklarım, hayatım kadar ucuz bir küreklerle atacaktı yüklerini üzerime ve gözyaşlarıyla toprağımı sulayacaklardı. Takvim yaprakları eksildikçe silikleşmeye başlayacaktım hafızalarda. Önce acılar eksilecekti, sonrada anılar.
Avuçlarımın arasında hissettiğim sıcaklıkla bakışlarımı aşağıya doğru çevirdim. Arasından kalın bir şerit halinde süzülen kanın kırmızıya boyadığı parmak boğumlarım toprağa dayanmış, irili ufaklı çakıl taşlarını parçalara ayırmak istercesine sıkıyordu. Ve biraz daha yaklaştı bana doğru... Başımı biraz daha eğdim. Göreceğimin ne olduğunu bilmemenin tedirginliği vardı üzerimde, ama korkmuyordum. Hafifçe kaldırdım sonra. Tereddütü misafir eden bakışlarım kirpiklerimin ardına sığınmıştı. Gözlerimi kısmış, o berrak ışığa hazırlamaya çalışırken görüş alanımı esareti altına alan zifiri karanlık garip bir telaşa sürüklemişti benliğimi. Sonra bir el hissettim sağ omzumda, dokunuşu kuş tüyü kadar yumuşak ve tüylerimi ürpertecek kadar şefkatliydi. Gözlerimi sıkıca yumdum. Derin bir nefes aldım ve başımı ona doğru çevirdim. Artık hazırdım.
''Bana bak,'' dedi en az dokunuşu kadar yumuşak bir tınıyla. Gözlerimi yavaşça açarken kulaklarıma çarpıp beyin bültenlerimde patlayan bu ses, çetin bir şok etkisiyle sarsılmama sebep olmuştu. Benden bağımsız olarak emre itaat eden bedenim ona doğru döndü. Şefkatli bakışları yüzümde gezinirken elini uzattı ve ''Ayağa kalk,'' dedi.
.
Bir sonraki bölüm için sayfayı çeviriniz --->
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölürsem Sevemem Seni (ASKIDA)
RomanceHafif hafif araladı gözlerini. Bakışlarının ilk bulduğu o eşsiz yeşillere düşen yansımasına hayranlıkla baktı ve oraya hapsolmayı diledi içten içe. Gülümsedi. Adını fısıldayıp alnına düşen bir tutam saçı yana doğru savurdu. Şuan hiçbir şeyin önemi y...