7.Bölüm

3.6K 261 131
                                    

Şimdiye kadar yazdığım en uzun bölümle karşınızdayım, umarım beğenirsiniz.
Bu arada hala bilmeyenler varsa tekrar söylüyorum, bölüm günlerimiz pazardır.

Vakit buldukça yazmaya ve sizleri bölümsüz bırakmamaya çalışıyorum, umarım bu çabalarıma değiyordur :)

Medya: Poyraz ve Pelin.
İyi okumalar dilerim...

Dirseğini pencerenin pervazına dayamış, saatlerdir onu izliyordu Poyraz. Beyaz elbisesi, kırmızı rugan ayakkabıları ve hemen dizlerinin altında biten pembe çoraplarıyla tam karşısında, evlerinin bahçesinde kuyruğunu sallayarak koşuşturan, golden cinsi yavru bir köpekle oynuyordu. Kahkahaları ortalığı çınlatırken aniden üzerine atlayan köpeğin beklenmedik bu hareketi karşısında dengesini kaybedip düştüğünde içi acıdı Poyraz'ın. Sanki düşen kendisiymiş gibi yüzünü buruşturup,birbirine bastırmıştı dişlerini. Koşup kaldırmak istedi o anda. Kaldıracak ve annesinin de kendisine yaptığı gibi tek tek öpecekti acıyan yerlerini. Tam gitmek için hareketlenmişti ki, avuçlarını toprağa dayayıp ayağa kalktığını gördü. Bir yeri acımış mıydı acaba? Ama ağlamıyordu ki. Acısaydı ağlardı mutlaka.

Gerçi kendisi de ağlamamıştı bugüne dek. Dizleri kanlar içinde kaldığında, hatta kuşu öldüğünde bile tek damla yaş akmamıştı gözlerinden. Kendini sıkmış, yine de izin vermemişti buna. Çünkü biliyordu ağlayınca annesinin üzüleceğini ve o üzülsün istemiyordu. Hep mutlu olsundu. Ama izin vermiyordu ki kalbindeki o yara. Annesi söylemişti ona. Elini kalbine götürmüş, ''Buram acıyor,'' demişti.
Bazı geceler yatak odasından gelen hıçkırık seslerine uyanıyor ve ağlarken buluyordu annesini. Ne zaman sorsa ''Neden ağlıyorsun diye,'' aldığı cevap hep aynıydı, içi acıyordu. Ah bir büyüseydi. Büyüseydi de, söküp alabilseydi annesinin pamuk kalbini acıtan o zalim yarayı oradan. Başını iki yanına sallayarak düşünceleri sağa sola savurmak istedi Poyraz ve yere düşen bakışlarını kaldırarak karşısındaki şaheserde sabitledi.

Küçük kız üzerini silkeledikten sonra, ellerini beline koyup, küçük bir çocuğu azarlar gibi bağırmaya başlamıştı karşısında ki zavallı hayvana. Sabahın ilk saatlerinden beri, yerinde olmak için can attığı köpeğe bakınca, onunda ürkek bir şekilde olduğu yere sindiğini gördü ve bu düşüncesini hızlıca uzaklaştırdı zihninden. Onun yerinde olmak mı? Allah korusundu. Melek görünümlü cadının tekiydi bu küçük kız. Ama o neydi öyle ya... Uzun, kahverengi saçlarını bir prenses edasıyla omuzlarına doğru savururken, dudaklarını mesken eden gülümsemesiyle aklını başından almıştı Poyraz'ın.

'Yeter ki böyle gülsün,' dedi kendi kendine 'Yeter ki böyle gülsün.' Kovalarca su dökebilir, hatta bir ömür boyu yiyebilirdi başının etini. Razıydı Poyraz. Hem, güneşi imrendirircesine parıldayan ela gözlerinde, karşı konulamaz albenisiyle oynaşan o yeşil hareler böyle kendisine dikiliyken, nasıl mantıklı düşünecekti ki. Aptal aptal gülümsüyor, eli ayağına dolaşıyor ve adını bile hatırlamakta güçlük çekiyordu minik adam. Aşk sarhoşluğu dedikleri bu olsa gerekti, zira Poyraz kesinlikle kendinde değildi.

Kalbi öyle hızlı atıyordu ki, yerinden çıkacak, kanatlanıp uçacak sandı Poyraz biran ve minik ellerini göğsünün sol tarafına sıkı sıkıya bastırırken mırıldandı. ''Ay... Öleşem şimdi ya.'' Bu tatlı telaşı kesinlikle görülmeye değerdi. ''Şakin ol, Poyyaş. Şakin ol!'' Demesi kolaydı tabii, ama bu küçük cadı böyle salına salına kendisine doğru gelirken nasıl başaracaktı sakin olmayı. Mümkün müydü? Değildi elbette ve bunun en büyük kanıtı da, milli koşuculara taş çıkartacak bir hızda çarpan minik yüreğiydi.

''Neden geliyoşun ki kışım şen, madem öldüymeye niyetlişin, kayşımda duyşanda yeteydi.'' Ne yapacağını bilmez bir şekilde kıpırdanıyor, kendine telkinler yağdırarak yatıştırmaya çalışıyordu sol yanında ki soluk kesici maratonu. Ama dinmek bir kenara, anbean artıyordu tüm çabalarına rağmen.

Ölürsem Sevemem Seni (ASKIDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin