"Şimdi açabilirsin."
Gözlerimden sıyrılan elleri karnımın üzerindeki yerini alırken, çenesini başıma dayayıp biraz daha çekti beni kendine doğru. "Açmasam?'' Diye mırıldanırken, boşlukta salınan ellerimi, ellerinin üzerine bağlayıp titrek bir nefes alarak cılız bir tonda fısıldadım. ''Her şeyin bir rüya olmasından korkuyorum...'' Tüm çabama rağmen titremesine engel olamadığım sesim fazlası ile güçsüz çıkmıştı.
''Rüyalarında dahi bırakmayacağım seni sevgilim. Aldığın nefesinde, titreyen sesinde, baktığın uzaklarda dahi görebileceğin kadar yakın olacağım...'' Demesi ile hafifçe araladığım gözlerimi bir kaç kez kırpıştırdıktan sonra hafifçe dönerek, ''Beraber ölebilecek miyiz?'' Diye sordum.
Bakışlarımı sabitlediğim gözlerinde aradığım kelimeler dilinden dökülmeden hemen önce yanağıma uzanan elleri tüm tereddütleri savmak istercesine sahipleniciydi. Dudaklarını alnıma bastırırken ''Seni hiç bırakmayacağım.'' Diye fısıldamasına karşılık, dudaklarım istemsizce kıvrılırken, ''Söz mü?'' Dedim şımarık bir çocuk edasıyla. ''Söz.'' Dedi tek bir an bile düşünmeden. Düşünmezdi de zaten. ''Kollarında uyuyamadığım her gece ölüyor ve güneş göz kapaklarıma çarparken yeni bir umuda tutunup doğuyorum sıcağında yaşamak adına.'' Derken düşünmeyi de yasaklamıştı bana. Anlamamıştım, ta ki kelebek olduğunu söyleyene kadar. Sonra, ''Yaşadığım her gün son günümmüş gibi seviyorum seni ve kısacık bir ömrün son saatlerinde düşünülmesi gereken tek şey nasıl daha çok sevebileceği insanın sevdiğini.'' Dediğinde bir daha sevmiştim.
Sonra bende kelebek oldum bir gün. Kozasından çıkmayı bile beceremeyen aptal bir kelebek. Henüz yaşamayı bilmezken uçmayı öğretmişti o bana. Uçmak ise sevmekti küçücük bir yüreği, sayılı saatlerin son saniyelerinde. Bir yandan delicesine severken, bir yandan tükenmeye korkarak... Düşmekten korkan bir kuş misali ürkektim o aşk iken ve bu korkuya rağmen gökyüzüne aşık olacak kadar cesur. Koca bir gökyüzüne sahip olmanın bir getirisiydi bu belkide. Sağ yanımda uyuttuğum geceye, solumu okşayan gündüze ve soluğumu kesen rüzgara olan aşktandı. Aşk ise sevdiğim adamın göğüs kafesini döven küçücük kalbindeki mevsimlerden ibaretti benim için. Ardımda soluklanan geçmişi, ciğerlerimde dolaşan nefesi ve yarını bekleyen geleceği de bu yüzden sermiştim zaten önüne. Işığının bir parçasında aydınlık olabilmek için. Günüme doğan güneşin ve tüm zamanlarımın sahibi olmuştu o ise beklediğim aydınlıkların ardındaki karanlıklara dahi yoldaş olacağını bilmeden. Bilmezdi de zaten. Aşk, aşka kördü aşka aşık olan, ayrılığa sağır...
Gülümsedim. Ve biraz daha yaklaştım yüzümü okşayan sıcak nefesini içmek istercesine. Kollarımı boynuna doladım sonra ve ''Sen olmak istiyorum.'' Diye fısıldadım. ''Senin gibi kokmak ve hatta sende kaybolmak...'' Burnumu boynuna dayayıp derin bir nefes aldım ve çiselemeye başlayan yağmurun ilk damlaları dudaklarıma düşerken, kulağına doğru yükseldim usulca. ''Mavinin hangi tonunu koysam kefeye... Teninden dökülen huzurun yanında solda sıfır kalıyor.'' Bir eli saçlarımda gezinirken, diğer eliyle kendine doğru çektiği bedenim, kor kızılından yayılan nahoş kıvımcıların dansına kanıp bin bir umutla kanat çırpan bir ateş böceği misali kapılmıştı rüzgarına. Ne dönüp gitmek mümkündü şimdi, nede karşı koyabilmek. Tenimi yakıp kavuran sıcak nefesi hafif aralık dudaklarımdan ciğerlerime doğru süzülürken gözlerimi yumup tamamlanmayı bekledim.
Sıklaşan nefesi burnumun ucuna ılık ılık vururken, dudaklarını bastırıp, ''Son nefesime dek...'' Dedi ve alnıma hafif bir buse kondurdup, ''Ve hatta sonsuzluğun bir yerlerinde...'' Diye ekledi dudaklarından aşkı içmek istediği adam. ''Sana ait kalacağım...''
*
Yalnızlık her yanımı zehirli bir sarmaşık misali sarıp sarmalarken ruhumu esareti alan kasvet kaldıramayacağım kadar ağırdı. Dudaklarımdaki ıslaklık rüzgarın şiddetiyle yakıcı bir hale gelmişti. Kollarımı üşüyen bedenime dolayarak etrafı incelemeye başladım. Bulutların ardından cılız ışık huzmelerini savuran güneşin mat yansıması gölün zifiri karanlığına düşerken yoğunlaşan sis, görüş açımı biraz daha daraltmıştı. Dev ağaçlar tüm heybetiyle gözlerimi doldururken, ılık bir sonbahar akşamını anımsatan geceyi kuşatan sessizlik perdesi anbean kalınlaşıyor ve zihnimde yankı bulan seslerin her biri, bir diğerine çarpıp yok oluyordu. Gözlerimin yakalamakta zorlandığı sülietler kirpiklerimin arasına gerilen flu örtüyü delmek istercesine bakışlarıma çarpmaya başladı. Başım dönüyordu. Attığım her adımda altındaki çamuru ezen ayaklarım, ıslak zemini kaplayan balçığa bulanırken şiddetini arttıran yağmurun beraberinde getirdiği uğultulara karışan adım, cılız bir ses tonunda can bulmuştu.Adımı yük eden ses, sessizliği baltalamaya devam ederken ensemde hissettiğim nefes ile ürpermeme engel olamayarak arkamı döndüğümde karşılaştığım boşluk, ardında gizlediği yalnızlığı yüzüme vurmaktan hiç çekinmemişti. Belimi iki yanından sıkıca kavrayan bir çift el ile ne olduğunu bile anlayamadan aşağıya doğru çekilirken, burnuma dolan kokunun sakinleştirici etkisine kapılmış bir halde, bana sonsuzluk gibi gelen bir boşluktan düşmeye başladım. Düştükçe yoğunlaşan kokusu bayram sabahını kucaklayan bir çocuk gibi hissetmeme neden oluyordu. Her şey hiç olmaması gerektiği kadar garipti ve ben, tüm bu olanlara rağmen kendimi şaşırtacak bir şekilde korkmuyordum. Göz kapaklarıma çöken ağırlık ile verdiğim mücadeleye daha fazla dayanamayarak kapadığım gözlerimi kısa bir süre sonra alnımın üzerindeki dudaklar ve sırtımda hissettiğim pamuksu yüzey ile hızlıca araladığımda, ''Uyandın mı kızım?'' Diyen annemi görmem bir olmuştu. Ona, "Biraz daha uyusam," Diye karşılık veren uyku mahmuru ses benimkine ne kadar da benziyordu öyle. Ve annemin ellerinin uzandığı yüz... Panikle yerimden sıçrayarak, kısa bir süre önce, tahminimce tam üzerine uzanmış olduğum bedenin keyifle gerinişini izlerken, babamın içeriye girişi ile bakışlarımın değdiği yerlerin, acemi bir ressamın fırça darbelerini andıran koyu mavinin laciverte çalan zifiriliği ve gözlerime çarpıp irislerini acıtan karanlığına hapsolmadan hemen önce burnumu dolduran o bilindik kokuya sığınmak yapabildiğim tek şey olmasına karşın, oldukça huzur vericiydi.
*
"Onca kabusun sonunda kollarımda seni bulacağımı bilseydim, gecelere küskün kalmazdım bunca zaman..."Kulaklarımı dolduran sesinin melodik tınısı ruhumu okşarken, bedenimi sıkıca saran kollarına biraz daha sokularak, "Sen..." Diye mırıldandım. "Geldim sevgilim. Buradayım. Yanında..." Derken burnumu dolduran kokusunu yıllardır nefes alamıyormuşçasına derin derin soludum. Alamıyordum da zaten. O yanımda yokken her şey eksik kalıyor, aldığım nefes bile yetmiyordu. "Neden geciktin peki?" Dedim hesap sorarcasına. "Ya geldiğinde bulamasaydın beni... Ya olmasaydım, kalamasaydım bıraktığın yerde... Ya bize geç kalmış olsaydın... O zaman... O zaman ne yapacaktın be adam?" Gözlerimi yumuşakça kavrayan bakışları sertleşti birden ve kızgınca, "Gidermiydin?" Diye sordu. Ne kadar giderdim demek istesemde diyemedim. Onun yerine "Gitmezdim," Diye fısıldadım. "Seni biraz daha sevebilmek için ölüme bile direnirken, gidemezdim." Gülümsedi. "Daha çok sevebilmen için şimdi gitmen gerekiyor o zaman." Dedi. "Oğlumuz... Seni bekliyor." İtiraz etmek için dudaklarımı aralamıştım ki, eli ile beni durdurarak, "Git." Diye fısıldadı. "Bende geleceğim..."
☆★☆
Gecikme için özür dilerim, yetiştirebilirsem bugün telafi amaçlı bir bölüm daha yayınlayacağım :) Oy ve hikaye hakkındaki yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölürsem Sevemem Seni (ASKIDA)
RomanceHafif hafif araladı gözlerini. Bakışlarının ilk bulduğu o eşsiz yeşillere düşen yansımasına hayranlıkla baktı ve oraya hapsolmayı diledi içten içe. Gülümsedi. Adını fısıldayıp alnına düşen bir tutam saçı yana doğru savurdu. Şuan hiçbir şeyin önemi y...