BÖLÜM 16|| AKŞAM YEMEĞİ
Yemek saati yaklaştığında, Göktuğ'la birlikte evden çıktık. Alp ve Buğra küçük birkaç hazırlığı tamamlamak adına önceden ayrılmışlardı. Asfalt yol, yerini küçük taşlara ve kum tanelerine bıraktığında merakla yerimde doğruldum.
"Gideceğimiz yer, tam olarak nerede?" dedim ağaçlara bakarak.
"Beykoz'un biraz ilerisinde bir köy... Geldik sayılır."
Yağmur bulutlarının da etkisiyle, hava iyice karardığında restorana varmıştık. Tek katlı, sevimli yer ormanlık alanın ortasındaydı ve renkli ışıklarla süslenmişti. Gülümseyerek arabadan indikten sonra yavaş adımlarla restorana girdim. Göktuğ, bana yetişip elimden tuttuktan sonra ileride tanıdığımız birkaç yüzün olduğu masaya beni yönlendirdi.
"Hoş geldiniz."
Alp ve Buğra'nın yanı sıra, masada tanımadığım birini görmek beni germişti. Özellikle de, Hilal gibi bir kızı arkadaşım sandıktan sonra kolayca insanlara güvenebileceğimi zannetmiyordum. Karşımdaki kız yavaşça bana sarıldıktan sonra gülümseyerek Göktuğ'un elini sıktı.
"Seni çok özlemişim, Deniz."
"Şey... Üzgünüm ama ben-"
"Hatırlamadığını biliyorum. Birkaç kez hastanede yanına geldim ama yurtdışında okuduğum için buraya dönmem biraz sorun oluyordu. Beyza ben..."
Uzattığı elini sıktıktan sonra gülümseyerek Alp'in yanına oturdum. Ortamda sebebi belli olmayan tuhaf bir gerginlik vardı. Sebebi masada tam olarak hatırlayamadım bir kızın olması mı yoksa yaşadıklarımız mıydı bilmiyorum... Ama nedense içinde bulunduğum durumun sarpa saracağını düşünmüyordum. Her şey daha yeni rayına oturmuşken, çok çabuk bozulacağına inanmamak en iyisiydi...
"Pardon, bakar mısınız?"
Alp garsonu çağırdıktan sonra, bize bulunduğumuz yer hakkında küçük bilgiler vererek neler yiyebileceğimiz hakkında öneri sundu. Sonunda herkes kararını verdiğinde garson siparişleri alarak mutfağa yöneldi.
"Beyza, hangi ülkede okuyorsun?"
Ortamdaki gergin havayı dağıtmak adına, küçük bir sohbet başlatmanın en iyi çözüm yolu olduğunu düşünüyordum. Ve biraz da olsa, iyi gelmişti. Benim başlattığım sohbet, Beyza'nın Amerika'dan bahsetmesiyle ve garsonun siparişleri getirmesiyle son buldu.
"Amerika'ya daha önce gittim mi?" diye mırıldandım Göktuğ'a dönerek.
Önündeki tabaktan başını kaldırdıktan sonra bana döndü.
"Bildiğim kadarıyla gitmedin. Ama lisedeyken birkaç ay İtalya'da kalmışsınız. Alp anlatsana daha iyi olur..."
Merakla bakışlarımı Alp'e çevirdikten sonra gülümseyerek anlattıklarını dinlemeye başladım.
"Lisenin üçüncü senesi, yaz tatili için İtalya'ya gitmiştik. Floransa'dan yolculuğa başladık ve sırayla diğer şehirleri de gezdik. Vatikan'da kaldığımız sırada senin projen için diğerlerinden ayrılarak müzeye gittik. Oldukça geniş, biraz karmaşık bir yerdi... Tabi, ikimizin de İtalyanca dersinden düşük notları olunca kaybolduk."
Konuşmasına devam etmeden önce sanki o anları tekrar yaşıyormuşçasına gülümsedi.
"Müzedeki mumyaları incelemek için farklı bir odaya girdik. İçeride bizim dışımızda birkaç kişi vardı. Sen mumyaları inceledin ve sesli not için telefonunu çıkardın. O sırada görevlilerden biri, hızlıca yanımıza gelerek bizi azarlamaya başladı. Yüz ifadeni hâlâ net bir şekilde hatırlayabiliyorum. Öğretmenler gelene kadar adam başımızda beklemişti. Her şeye rağmen eğlenceli bir tatildi..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gökyüzünü Görebilmek
RomanceKapı tıklatılmadan açıldığında, gözlerimi pencereden ayırdım. "Rahatsız etmiyorum ya?" İçeri giren adama bir süre baktıktan sonra kaşlarımı çatarak yerimde yavaşça doğruldum. "Dışarı çıkın, lütfen." Adam içtenlikle gülümserken, küçük adıml...