Bugün hangi felsefi konumda olursanız olun: Her konumdan görülenin, yaşadığımıza inandığımız dünyanın yanlışlığı olduğu, gözümüzle yakalayabileceğimiz en emin, en sağlam olgusudur: - aldatıcı bir, "şeylerin özü" ilkesi üstüne varsayımlar yürütmeye, ayartılmamıza, sebep üstüne sebep buluruz. Ama kim, düşüncemizin kendisini, yani, "tini" dünyanın yanlışlığından sorumlu tutarsa - bu namuslu çıkış yolu, her bilinçli ya da bilinçsiz advocatus dei'nin yürüdüğü -:kim bu dünyayı, uzay, zaman, form, hareketiyle yanlış bir çıkarım olarak alırsa: Böyle birinin en azından, sonunda bütün düşüncelerin kendisine güvenmemeyi öğrenmek için iyi bir sebebi olur: Düşünme değil miydi bize en büyük muzipliği yapan? Ve şimdiye dek yapmış olduğu şeyi sürdüremeyeceğinin ne gibi bir güvencesi olabilir? Tüm ciddiyetle: Düşünürlerin masumluğunun doku nakli ve derin saygı uyandırıcı bir yanı var, onların namuslu yanıt isteğiyle bilincin karşısına çıkmalarına izin veren: Örneğin, onun "gerçek" olup olmadığı, niçin dış dünyayı kararlı bir biçimde uzakta tuttuğu ve bu türden diğer sorular, "dolaysız kesinlikler"e olan inanç, biz felsefecilere onur veren bir ahlak çocuksuluğudur: Oysa - yalnızca ahlaksal insan olmamalıyız. Ahlakın dışında bir inanç, bize pek onur vermeyen bir ahmaklıktır! Burjuva yaşamında her zaman hazır olan kuşku, "kötü karakterin işareti sayılabilir ve akılsızca yapılan şeylere dahil edilir: Buraya, aramıza burjuva dünyasının ve onun evet ve hayırlarının ötesine - akılsızlığımızı önlemek zorunda olacak ve diyecek: Şimdiye dek yeryüzünde en iyi alaya alınmış biri olarak felsefecinin "kötü karakter" üstünde hakkı vardır, - bugün kuşkulanma görevi vardır; her kuşku uçurumundan en kötülükçü biçimde şaşı bakmak. - Bağışlayın beni, bu çizdiğim karanlık karikatür ve şakacı sözlerim için: Ben kendim uzun yıllar, önce farklı düşünmeyi öğrendim, aldatma ve aldanma konularında farklı yargılarda bulunmayı; en azından bir çift böğür darbesini, felsefecilerin aldatılmaya karşı onunla direndikleri; kör hiddet için saklı tutuyorum. Niçin olmasın? Hakikatin, görünüşten daha değerli olduğu bir ahlak önyargısından başka bir şey değil; hatta, dünyada var olan en kötü kanıtlanmış varsayım. En azından şu kadarı kabul edilsin: Açısal değerlendirmeler ve görünebilirlik olmasıydı, hiç hayat olmayacaktı ve eğer, bazı felsefecilerin erdemli coşkuları ve beceriksizlikleriyle, "görünen dünya" tümüyle ortadan kaldırılmak istenseydi, şimdi diyelim ki bunu yapabildiniz - en azından sizin "hakikatinize" hiçbir şey kalmayacaktı. Evet, "hakikat" ve "hata" arasındaki temel zıtlığı varsaymaya bizi zorlayan nedir? Sanki daha aydınlık ve daha karanlık gölgeler ve görünüşün tüm tonlarının, ressamların diliyle söylersek, farklı valeur'ler gibi, görünürlüğün dereceleri olduğunu varsaymak yatmıyor mu? Niçin bizi ilgilendiren dünya bir uyduruk olmasın? Ve biri çıkıp sorarsa: " Uyduruk, yazarına ait değil mi?" - Basitçe yanıtlanamayacak: Niçin? bu "ait olma" uyduruğa ait değil midir? Yüklem ve nesneye olduğu gibi özneye karşı da, bundan böyle, biraz alaycı olmamıza izin var mı? Felsefeciler, gramere olan inançlarının üstüne çıkmayacaklar mı? Mürebbiyelere saygılarımızla: Ama artık, mürebbiyelere olan inancı yadsıma zamanı gelmedi mi felsefenin?