İkindi vaktinde elimde bir demet çiçek ile parkta yürüyordum. Güneş batıya doğru yavaştan ilerlemeye başlamıştı. Sonunda istediğim banka gelince durdum. Elimdeki buketi yanıma koyup oturdum. Güneşi ve gökyüzüne uzanan ağaçları izlemek için mükemmel bir yerdi.Gözlerim çiçeğe kaydığında elimde olmadan gözlerim dolmaya başlamıştı. Burası, senin hiç gelmeyeceğini bilmeden beklediğim yerdi.
Ölümün ilk kez bir tokat gibi yüzüme çarptığı yerdi.
İster istemez dolan gözlerimle dudağımı dişlemeye başladım. Kafamı ellerimle sarıp bir süre bekledim. Buraya neden geldim bilmiyordum.
Belki de hala seni bekliyorumdur?
Elimde en sevdiği çiçek olan papatyanın bir demeti ile bankta bekliyordum. Yarım saat öncesinden gelerek bir süre heyecanımı dindirmeye çalıştım.
Cebimden çıkardığım lacivert kadife kutuya bakıp sırıttım. Ellimi kalbimin üstüne koyup bir süre hızlı ritmini dinledim. Yüzümden eksik olmayan sırıtışı ile içi içine sığmayan bir çocuktan farkım yoktu.
Her dakika başı telefonumu kontrol ediyordum. Yaklaşan her dakika ile de kalbim daha da hızlanıyordu. Kutuyu cebime sakladıktan sonra elimde ki papatya buketinin kokusunu içime çektim.
Yarım saat geçti. Eun Mi hala görünürlerde yoktu. Ağzıma doldurduğu havayı salarken elimi yanağıma dayayıp beklemeye devam ettim.
Bir saat geçti. Kol saatime bakıp iç geçirirken neden bu kadar geciktiğini anlamaya çalışıyordum. Sol tarafımda duran buketi elime alıp kokladım. Eun Mi gelecekti. Bana geleceğini söylemişti.
İki saat geçmesiyle yayıldığım bankta dik pozüsyona geldim. Telefonu alıp Eun Mi'yi arayacaktım ki telefonum çalmaya başladı. Eun Mi arıyordu. Yüzümde oluşan gülümseme ile telefonu açtım.
"Eun Mi, nerede kal-"
"Bay Park?" Duyduğum erkek sesiyle olduğum yere çivilendim.
"Siz kimsiniz?"
"Ben bayan Min'in bulunduğu apartmanın çalışanıyım. Efendim sanırım buraya gelseniz iyi olacak."
Kanımın çekildiğini hissettim.
"Eun Mi? O, iyi mi?" Dediğimde sesimin titrediğini fark ettim.
"Efendim telefonda söylenecek bir şey değil."
Telefonu kapatıp cebime sıkıştırdım. Elimdeki papatyaları hışımla atıp hızla koşarken gözyaşlarım görüşümü engelliyordu.
Yaşlarım süzülürken ona eşlik eden hıçkırıklarla insanların dikkatini çekiyordum.
Tanrım lütfen, onu benden alma.
"Taksi!" Tüm gücümle bağırıp yanıma yaklaşan taksiye hızla bindim.
"Lütfen Ajushi! Hızlı ol!"
Taksi durduğunda parayı verip para üstü almadan hızla çıktım. Koşar adım apartmana girdiğimde asansörün tuşunu delercesine bastım. O, an o kadar yavaş geliyordu ki, sanki benim inadımaydı! Asansörü boş verip hızla merdivenlere yöneldim.
14. Kata geldiğimde nefes nefeseydim ama hızımdan hiç kesmeden dairesine yöneldim. Kapısı açıktı ve beni arayan kişi olduğunu tahmin ettiğim adam endişeyle bana bakıyordu.
"Eun Mi! O nerede? İyi mi?" Derken kapıdan geçmeye çalışıyordum ama adam bana engel oluyordu.
"Genç adam içeri girmesen daha iyi olur."
Beni itelemesine rağmen umursamayıp içeri girdim.
"Eun Mi! Neredesin?" Diye bağırırken görevlilerin olduğu odasına yöneldim.
Derin bir nefes alıp kapıyı açtığımda gördüğüm şeyin etkisi ile bir iki adım geriledim. Bir refleks gibi ellerimle ağzımı kapadım.
"Hayır..." Bir fısıltı gibi ellerimin arasından kaçan sözcükle daha tek bir kelime edememiştim.
"Çıkarın onu buradan!" Bir polis bana doğru geliyordu.
Boğazımdaki yumru sözcükleri yutmuştu.
Bedeni yatağında uzanıyordu. Kalp masajı yapan görevliler vardı. Tavandan sarkan ipe baktım. Yavaş adımlarla Eun Mi'ye yaklaşmaya çalıştım. Teni normalinden daha beyazdı.
"Beyfendi buraya giremezsiniz!"
Yumrudan kaçan bir çığlık çıkmıştı ağzımdan ve ardı ardına gelmeye devam etmişti. Adam içeri gelip beni Eun Mi'den uzaklaştırmaya çalıştı. Ona engel olmaya çalıştım ama çok yorgudum. Sadece ağladım, bağırdım.
"O, ölmüş olamaz!" Dedim, "Bana söz verdi parkta buluşacaktık. Şimdi gitmiş olamaz!"
Adam kollarını sarıp bana sarıldı. Sırtımı pat patlarken gözyaşlarımı akıtmama izin verdi.
"Bana inanın o, ölmedi!"
Sonra o şok cihazını getidiler. Eun Mi'nin bedeni sarsılırken olan şeyleri yaşlı gözlerle izliyordum. Ekranda oluşan hafif dalgalanma gitmiş ve alet delicesine ötüyordu. Eun Mi'ye doğru yürümeye başladım. Ve en sonunda uzun soluklu ses duyuldu. Eun Mi'nin öldüğünü söyleyen ses.
Ekip bir şey yapmayı kesince sinirlendim.
"Neden durdunuz?! Neden ölmesine izin veriyorsunuz?!" Diye bağırdığımda bana acıyan gözlerle baktıkar.
Hızla Eun Mi'ye koştum. Acemice kalp masajı yapmaya çalıştım.
"Beyfendi, kabul edin o, öldü."
"Hayır! İzin vermiyorum, ölemez!" Diğerek devam ettim.
Beşinci yapışımda durdum. Gitmişti ve bir daha asla geri gelemyecekti.
"Neden?!" Dedikten sonra hıçkırıklara boğuldum.
Yattığı yerden ona sarılıp bir süre ağladım. Cebime uzanıp kadife kutuyu açtım. Yüzüğü parmağından geçirirken hıçkırıklarıma engel olamadım.
"Sen benimsin, her zaman olduğu gibi."
Anıların yükü ile dolan gözyaşlarımı elimin tersi ile sildim. Elimdeki buketi koklayıp bankın üzerine bıraktım.
Bankı arkamda bırakıp yürümeye devam ettim.
Hani bazen çok ağlamak istersin. Bir seferlik olsun başkalarının ne dediğini umursamadan ağlamak. Çığlık çığlıya, salya sümük... Ama sadece boğazına düğümlenmiş bir hıçkırıktan ibaret olursun ya. Sessizce ve hissettirmeden ağlarsın. Sanki hiç ağlamıyormuş gibi, içinde ne fırtınalar koptuğunu göstermeden. İşte bende böyleydim.
Yutkundım tekrar, içimde ki fırtınayı bastırabilecekmiş gibi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
nightmare || pjm. ✓
Fanfiction"Eğer kabustan uyanamıyorsan belki de uykuda değilsindir." 悪夢 [Nightmare] | @-PeterPan | Her hakkı saklıdır. @jiminisa ithafen yazılmıştır.