13.Bölüm: Orgun büyüsü

169 29 4
                                    


Nicholas' ın arkasından bakarken aklım ve kalbim büyük bir karmaşa içerisindeydi. Mantığımın sesini kısıp kalbimin sesini yükseltince daha kolay bulurum sanmıştım cevabı ancak işler daha da karışmıştı. Yalnız bir gençlik geçirmem nedeniyle bana ilgi duyan herkese ilgi duymaya başlamam olası bir sebepti. Fakat kendime engel olamıyordum ve Nicholas beni kaosa sürüklemeye başlamıştı.

Tek seçeneğim her şeyi akışına bırakmak. Ne olacaksa olsun artık. 

Hava kararmaya ve soğumaya başladığından içeri girmeye karar verdim. Şömineyi yakmış olmalıydılar ki etraf mayıştırıcı bir sıcaklık ve is kokusuyla sarmalanmıştı. Salona girince şöminenin yanına adeta bir kedi gibi kıvrıldım. Sıcak çok iyi gelmişti ve oldukça da rahatlatıcıydı.

Hem büyük bir mutluluk hem de buruk bir hüzün kalbimi işgal ediyordu. Leonard' a ihanet etmiş gibiydim ama elimden bir şey gelmiyordu; ortada bir anlaşma vardı. Leonard sonuncu görüşmemizde ben bir yolunu bulurum demişti ama bu onun engelleyebileceği bir şey değildi. Bunları daha fazla düşünmeyeceğime dair kendime söz verdiğimden ayağa kalkıp odama doğru ilerledim. Tam odama girecekken içimde buraya ilk geldiğimde keman çaldığım müzik odasına gitme isteği doğdu. Hafif tozlanmış kemanı elime alıp akordunu yaptım ve sonrasında Beethoven- Ay ışığı sonatı' nı çalmaya başladım. Bu benim en sevdiğim sonatlardan biriydi ve insanı büyülüyordu.

Notalar duygularıma tercüman oluyordu. Hüzün ve yalnızlık... Mutluluk ve kaybetme korkusu... Tam da hissettiğim duygulardı, benliğimi oluşturan duygular... Gözümden yaşlar süzülmeye başlamıştı ve boğazım alev alev yanıyordu.

Burada artık düzenli uyku vaktim olmuş olan şafak vaktinde odama gittim ve yatağıma yatıp anında uyuya kaldım. Uyandığımda üstümü değiştirip elimi yüzümü yıkadım ve zemin kata indim. Girişteki guguklu saat 12' yi gösteriyordu.

Mutfağa gidip tam yiyecek bir şeyler hazırlayacakken evin temizliğini ve yemeğini yapan Bayan Clemence içeriye girdi ve: "Küçük hanım, uyandınız demek. Siz içeri geçin ben size çok güzel bir kahvaltı hazırlarım hemen." dedi.

    "Yok, hiç gerek yok gerçekten. Ben koyarım bir şeyler kendime."

    "Olur mu efendim? Ben beş dakikada hazırlarım, siz oturun."

Benim hazırlamamı kabul etmeyeceği belli olduğundan daha fazla ısrar etmeyip yemek salonuna geçtim. Biraz sonra Bayan Clemence harika çöreklerle ve bir bardak meyve suyuyla içeriye geldi.

    "Afiyet olsun küçük hanım,"

    "Teşekkür ederim." dedim gülümseyerek ve hızlıca önümdekileri yemeğe başladım. Gerçekten hepsi çok lezzetliydi ve ben de çok acıkmıştım. Yemeği bitirince kalkıp evden dışarı çıktım. Havanın hafif yakıcı soğuğu beni kendime getirmişti. Göl kenarına doğru ilerledim ve çamurlu olmayan bir yer bulup oturdum. Rüzgar nehirle dans ediyordu sanki ve bunu izlemek çok hoştu gerçekten. Kafamın biraz dağılması iyi olmuştu. Eve girdim ve Nicholas ile olan buluşmama hazırlanmak için odama çıktım. Çok güzel bebek mavisi, etekleri kabarık bir elbise giydim ve saçıma mısır örgüsü yaptım.

Tam aşağıya inecekken at arabasının yaklaştığını duydum ve onun geldiğini anladım. Kapıyı açtığımda Nicholas da bizim evin kapısına doğru geliyordu.

    "Merhabalar leydim, harika görünüyorsunuz."

    "Teşekkür ederim siz de öyle." derken istemsizce kızarmıştım.

    "Gidelim mi?"

    "Tabi, olur." dedim. At arabasına doğru ilerlerken: "Bu akşam Thomas Morley hangi bestelerini çalacak biliyor musunuz acaba?" diye sordum.

    "Hayır, açıkçası pek bilmiyorum ama bence her bestesi eşsiz bir güzelliğe sahip."

Arabaya binerken yardım etmek için elimi tuttu.  Yol boyunca pek konuşmadık. Şehre geldiğimizde de etrafı seyretmeye başladım. Elinde ekmekle evine dönen çocuklar, işlerinden dönenler, ara sokaklardaki meyhanelerden gelen gürültüler...

Yaşadığım dönem buradan çok farklı olsa da insanların çok fazla değiştiğini düşünmüyordum. Kafe görünümlü bir tavernanın önünde durduk. Tabelasında Taverna L'amour yazıyordu. Bir Fransız yeri olduğu her halinden belliydi fakat isminin anlamının aşk olması ilginç bir ayrıntıydı.

İçerisi loş bir ışıkla aydınlanıyordu çünkü ışıklandırma sadece duvarlara asılı az miktarda gaz lambalarıyla sağlanıyordu. Hoş bir atmosferdi ama bir taverna için fazla... Romantikti. Baktığım her masada çiftler ya el ele ya omuz omuzaydı. 

Demek ki isminin aşk olmasının sebebi buymuş. 

Garson yanımıza gelip: "Hoş geldiniz Sör Nicholas ve leydim. Ayırttığınız masaya mı geçmek isterdiniz?" diye sordu.

    "Evet, teşekkürler." dedi Nicholas.

 Önceden yer ayırtmıştı... Acaba beni davet etmeyi planlıyor muydu? 

Garson konuşmaya devam ederek: "Ne almak isterdiniz efendim?" diye sordu.

    "Leydim, siz ne almak istersiniz?" dedi Nicholas bana dönerek.

    "Doğrusu bir espresso içebilirim."

    "Espresso mu? O da nedir?" dedi garson şaşkınlıkla.

 Eyvah! Espresso 20. yüzyıla kadar bulunmamıştı ki. Nasıl aklımdan çıktı bu? Hem de burası bir taverna, kafe değil ki!

İkisi de şaşkınca bana bakıyordu. Durumu düzeltmek için bir şeyler uydurmam şarttı.

    "Ben Espresso mu dedim? Dilim sürçtü herhalde. Elma şarabı içerim diyecektim."

    "Şey... Pekiyi leydim, hemen getiriyorum. Siz ne alırdınız Sör Nicholas?

    "Ben bir Brandy alayım." dedi ve garson yanımızdan ayrıldı. Daha yaşım tutmadığından hiç içki içmemiştim ve elma şarabı gelince ne yapacağımı kara kara düşünmeye başlamıştım.

O sırada Nicholas bana gülümseyerek: "Thomas Morley'i göreceğiniz için heyecanlı mısınız leydim?" diye sordu.

    "Hem de çok!" dedim ben de heyecanla. Morley'in bestelerinin büyük bir hayranıydım ve ben doğmadan bir beş yüz yıl kadarcık(!) önce öldüğü için hiç canlı dinleme fırsatım olmamıştı.

Büyük bir alkış koptu ve Thomas Morley sahneye çıktı. Orgun başına oturup çalmaya başladı...

----

 Çaldığı beşinci besteden sonra ara verdi. Gerçekten eşsizdi.

    "Nasıldı sizce?" dedi Nicholas gözleri parıldayarak. O da en az benim kadar etkilenmiş görünüyordu.

    "İnanılmazdı, bayıldım!" dedim ellerimi havaya kaldırıp.

Konserden hararetle bahsetmeye başladık derken her şey sanki birden geriye doğru çekilmeye başladı. Her zaman içimdeki zaman durmuş hissi bu sefer gerçeğe dönmüştü. Kimse benim haricimde kımıldamıyordu, Nicholas da dahil! O sırada bulanık bir silüet 3 adım ilerimde belirdi. Gözlerimi ovuşturup silüete tekrar baktığımda şaşkınlıktan dilim tutulmak üzereydi.

     "Anne?"



Aşk Randevu VermezHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin