Marketten içeriye girdiğimizde kasadaki yaşlı adam bize bir bakış attı ve derin bir nefes alıp bilgisayardaki oyuna döndü. Adamı inceledim. En sevdiğim şeydi insanları incelemek. Annem bunun yanlış olduğunu söylese de ben alamazdım kendimi.
Adam çok yaşlı görünüyordu. Biraz da silikti. Ama benim onu görebileceğim kadar silik değildi. En azından beyaz saçları ve kırışıklıkları belliydi.
"Ne istemiştiniz?" dedi pürüzlü sesi ile.
Arkama baktım. Toprak neredeydi? Beni bırakıp gidemezdi. Aslında bıraksa güzel olurdu. Belki bir otobüs bulurdum, ya da taksi. Ama yanımda para yoktu. Offf!
"Şey... ben mi?"
"Evet. "
"Ha-"
"İşte su."
Toprak aldığı iki şişe suyu kasaya bırakırken bana bir bakış attı. Bu sanki yerinde misin baş belası? diyen bir bakıştı.
Toprak parayı öderken aklıma ani bir fikir geldi ve hızlıca kapıya doğru koşup dışarı çıktım. Arkamdan ses falan gelmemişti. Bu beni şüphelendirmişti ama yinede koşmayı bırakmadım. Bacaklarım ağrıyordu. Zaten pek spor yapan biri değildim. Yemek yemeyi de sevmezdim. Ama annem beni hep tehdit ederdi.
'Eğer yemeğini yemezsen yere yatırıp öyle yediririm.'
Ağaçlar çoğalmaya başlayınca yavaşladım ve durdum. İşte! Kaybolmuştum!
"Kaçmak yapacağın son şey bile olmamalıydı, ufaklık. "
Etrafa baktım ama onu göremedim. Neredeydi bu?
"Senin normal olmadığın gibi bende normal değil, emin ol. "
"Ben normalim ama senin a-normalliğinden ne şüphe?" diye mırıldandım.
Geri geri yürüyordum. Bir anda arkamı dönünce ensemde bir nefes hissettim.
"Kaçmak yapacağın en son şey bile olmamalı."
"Öyle mi?" dedim ona dönerek. Bir kaç adım geriye gittim ve tam arkamı dönecektim ki...
•●•●•●•●•
"Uyan."
Homurdanarak sağa döndüm.
"Uyansana! Allah allah! "
Oflayarak gözlerimi açtım. Araba kapısı ile bakışmam bitince yanımdaki ayıya baktım.
İçerisi leş gibi sigara kokmuştu.
"Sigara mı içiyorsun sen?"
"Evet, anneciğim. Bir sorun mu var?"
"Evet arabanın içi leş gibi kokuyor."
"Burnunu tıka o zaman."
Gözlerimi devirip yola baktım. Evlerin olduğu yerlere gelmiştik. Bu beni biraz rahatlatsa da hala nereye gideceğimizi bilmiyordum.
"Nereye gidiyoruz?"
"Bir arkadaşıma."
Çok açıklayıcı.
•●•●•●•●•●•●•●
Sahba...
"Eğer o -nereden bulduğunu bilmediğim- iğne ile kapıyı açarsan, yemin ederim saçımı sarıya boyatırım."
"Ooo! Büyük idda!" dedi hala kapı ile uğraşırken. Bu kapı demirden yapılmaydı. Çakır kesinlikle bu kapıyı açamazdı. Ama şansımızı denemek zorundaydık. Çünkü ben bu rutubet kokan yerde daha fazla kalamazdım.
"İştee... oldu." deyip kapıyı araladı.
Ben ağzım açık ona bakarken o bana yarım ağız gülümsedi.
"Sarı sana yakışır, korkma." dedi ve dışarıya çıktık.
Ama dışarıya çıkmamız ile karşımızda 5-6 yaşında bir çocuk görmemiz bir oldu.
"Merhaba." dedi Çakır sanki bir uzaylıyla konuşurmuş gibi. Bu çocuğu önce boğup sonra yeniden diriltecektim.
"Selim! Seni küçük sıçan!"
15-16 yaşlarında bir çocuk gelip diğer çocuğun kolundan tuttu.
"Babam seni arıyor! " diye bağırdı ve adının Selim olduğunu tahmin ettiğim çocuğu koridora doğru itti. Sonrada bize dönüp mavi gözlerini yüzümüzde gezdirdi.
Sonrası ise belliydi.
Yine rutubet...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kamelya
FantasiaKapısı çalındığında kafasını kaldırdı küçük çocuk. Bu yetimhanede pek arkadaşı yoktu. Aslına bakarsanız oda arkadaşı bile yoktu. "Girin." dedi ve gözlerini kapıya dikti. Küçük kız nefes alıp içeriye girdi. Buranın iyi bir yer olduğunu var sayıyordu...