Toprak denen adam beni kolumdan tutarak sürüklemeye başladı.
"Hey! Bırak beni! "
Beni duymuyormuş gibi sürüklemeye devam etti. Bahçeden çıkıp arabaya geldiğimizde arkadan büyük bir patlama duyuldu ve ikimiz de arabanın kapısına çakıldık. Toprak beni belimden tutmuş uçmamamı sağlamıştı. Bu saniyelik bir şeydi. Arkama baktığımda evin yandığını gördüm.
"Sahba ve Çakır?! Onlar hala içeride mi?!"
Yeni tanıdığım iki kişi için fazla endişeleniyordum. Ama sonuçta onlarda insandı. Deli olsalarda, insandılar.
"Onların içeride olduğunu sanmıyorum. " diye mırıldandı Toprak ve ayağa kalkıp üstünü silkti. Elini bana uzattığında şaşkınca eline baktım.
"Tamam. Madem yardım istemiyorsun. Kalk ve arabaya bin." dedi büyük bir soğuklukla.
"Öküz." diye mırıldandım ve ayağa kalkıp arabaya bindim. O ise çoktan arabaya binmiş hatta arabayı çalıştırmıştı.
Ağaçlı yolda ilerlerken surat ifadesini izledim. Gözleri, burnu, dudakları... her şeyi ile birine benziyordu ama... hatırlayamıyordum. Sanki dilimin ucunda ama... orada kalmıştı.
"Seni kim yolladı?" dedi bir anda.
"Ne?"
"Seni kim yolladı?" diye tekrar etti daha sert sesi ile.
Ne saçmalıyordu? Beni onlar kaçırmıştı ama şimdi seni kim gönderdi diyorlardı. Bunlar cidden deliydi.
"Beni kimse göndermedi. Beni siz kaçırdınız."
"Seni kaçırdıklarını görmedim, birden beri odamda belirdin. Sana nasıl inanayım?" Sesi sakindi ama beni korkutuyordu.
"Sahba'ya ya da Çakır'a sorabilirsin?"
Derin bir nefes aldı ve direksiyondaki parmaklarını sıkılaştırdı. Dişlerini sıktığı barizdi. Yanakları içeriye doğru çökmüştü.
"Onlarla bir süre görüşemeyeceğiz." dedi. "Ya da görüşemeyeceğim. Buna şimdi karar vereceğiz. Seni kim gönderdi?"
Oflayarak kollarımı göğsüme bağladım. Ama bir şey söylemedim. Ne desem boştu.
"Cevap ver!" diye bağırdı. Bağırması ile benim zıplamam bir olmuştu.
"Kimse beni göndermedi! Bunu söylemekten vazgeç! Seni de tanımıyorum! O iki deliyi de tanımıyorum! Beni siz kaçırdınız! Annem kim bilir ne haldedir?! Tabi bundan size ne?! " derin bir nefes aldım ve koltuğa yaslandım. Toprak ağzını açmamış sadece arabayı sürmüştü. Bu iyiydi. En azından konuşup sinirlerimi bozmuyordu.
Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde başımı cama çevirdim. Dolu olan gözlerim geçene kadar cama baktım. Zaten bir süre sonra gözlerim kapanmıştı.
•●•●•●•●•●•●•●•
Gözlerimi aralamaya çalıştım ama hala uykum vardı. Araba sallanmadığına göre durmuştuk. Ama nerede?
Gözlerimi olağanüstü bir güç ile araladım. Akşam olmuştu. Hava kararmış olsa da ilerideki marketin ışıkları sayesinde etraf biraz da olsa aydınlanmıştı. Gözüm yanımda uyuyan Toprak'a takıldı.
Kollarını göğsüne bağlamış, başını arkaya atmıştı. Böyle daha masum görünüyordu. Bağırmadan.
Onu incelemeye başladım. Dudakları hafif aralıktı. O kadar tanıdıktı ki...
Düşünmekten delireceğim! Sanki tanıdığım birinin yüzünü değiştirmesi gibiydi.
"Beni mi inceliyorsun sen, ufaklık?"
"Ufaklık mı? Aynı yaştayız." diye çemkirdim.
"Kısasın."
"Uzunsun. Ben ne yapayım? " deyip omuzlarımı silktim.
"Kabul." dedi ve gözlerini açtı.
"Ne kabul?"
"Seni biri göndermedi."
Şükürler olsun!
"Ama bu sana güvendiğim anlamına gelmez.""Güvenmeni isteyen yok." diye mırıldandım ve kapıyı açtıp dışarıya çıktım. Üstümde bol bir kazak ve siyah bir tayt vardı. Sahba bana kendi kıyafetlerini vermişti. Bir nevi hayatımı kurtarmıştı.
"Nereye?" dedi ve o da kapıyı açtı.
"Paran var mı?" diye sordum sorusunu es geçerek.
"Var. Neden?"
"Markete gidip su alacağım. Geliyor musun?"
"Yürü. " dedi ve markete doğru yürümeye başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kamelya
FantasyKapısı çalındığında kafasını kaldırdı küçük çocuk. Bu yetimhanede pek arkadaşı yoktu. Aslına bakarsanız oda arkadaşı bile yoktu. "Girin." dedi ve gözlerini kapıya dikti. Küçük kız nefes alıp içeriye girdi. Buranın iyi bir yer olduğunu var sayıyordu...