Genç kadın uyandığında ormanlık bir alandaydı. Etrafını çevreleyen seyrek meşe ağaçları ve ağaçların tepesinde ihtişamla yükselen dolunay vardı. Doğrulmak için ellerini yere bastırdı. Avuçlarını gıdıklayan kalın ve yumuşak yün yumağını kaşlarını çatarak fark etti. Ay ışığının yardımıyla bunun ekoseli bir İskoç battaniyesi olduğunu gördü. Gözlerini etrafında gezdirince başka bir ekoseli battaniyenin de ayaklarının dibinde tekmelenmiş bir yumak hâlinde buldu. İskoçya'ya çoktan varmaları gerekmiyor muydu?
Duyduğu gürültülü kahkahalar ve erkek sesleriyle bir iç çekti ve elini ağzına bastırdı. Aman Tanrım yoksa Isabel kaçırılmış mıydı? Ya da daha da kötüsü acaba Colin onu... pazarlamış mıydı?
"Hayır hiçbiri değil."
Genç adamın sert sesini duyduğunda ister istemez rahatladı Isabel. Erkeğin yanında olması ona güven veriyordu. Colin yanındayken kendini yıkılmaz ve güçlü hissediyordu.
"Ne düşündüğümü nereden anladınız?" diye sordu kibar bir sesle. Aralarına mesafe koyması gerekiyordu zira Colin onu bir metres gibi kullanabilir işi bitince de bir köşeye atabilirdi. Tabii gelirken Colin'in kollarında uyuduğunu da biliyordu ama bunu çaktırmamaya çalışıyordu.
"Seni iyi tanıyorum. Neden her fırsatta seni bırakıp gideceğimi falan düşünüyorsun ki?"
Genç kadın bu sözlere karşılık alaycı bir ses çıkardı ve ayağa kalkarak 'sahibine' döndü.
"Çünkü siz erkekler böylesiniz. Bir kadın size yüz vermeyince-"
"Bekle bekle bekle."
Colin tek elini havaya kaldırmış, kaşlarını merakla oynatıyordu. Isabel, birkaç adım yana atarak Colin'in geldiği yeri görmeye çalıştı. İlerde cayır cayır yanan ateşin renklerini görebiliyordu. Onun etrafına kurulmuş onlarca askeri de.
Colin onun dikkatinin başka yere çekildiğini biliyordu ancak yine de sözlerine devam etti. "Şimdi sen bana yüz vermediğini sanıyorsun değil mi?"
Isabel'in öfkeli gözleri kendisine yönelince sorusunun cevabını da almış oldu.
"Neden size yüz verecekmişim?"
"Bak ben seni metres olarak yanımda götürmüyorum. Sadece... Ne bileyim işte. Kalemin yönetilmesine ihtiyacım var."
"Nasıl yani?"
"Bak senden başka güvenebileceğim kimse yok tamam mı? Kale neredeyse yedi asırlık. Yemekler kötü, etraf kirli. Bu işleri çekip çevirecek bir kadına ihtiyacım var."
"Kalenin hanımı olmamı mı istiyorsun?" Isabel gülmek istiyordu. Bu adam ne diyordu böyle!
"Evet."
Isabel kaşlarını kaldırdı ve dudaklarına alaycı bir gülümseme yerleştirdi. "Yani seninle evlenmemi istiyorsun."
Colin asıl amacının zaten bu olduğunu söylemedi. Isabel ona yardım ettiğini düşünecekti ama içten içe İskoç insanlarını benimseyecek, kendini oraya ait hissedecekti. En sonunda da Colin'le evlenmeyi kabul edecekti! Ama bunu şimdilik bilmesine gerek yoktu çünkü bunu duyduğu an buradan İngiltere'ye çıplak ayakla koşabilirdi.
"Hayır evlenmeyeceğiz." Genç adam gülmemek için kendini tuttu ve başarılı oldu. Duygusuz surat ifadesini korudu ve kollarını göğsünde kavuşturdu. "Eee ne diyorsun?"
Isabel ise kırılmıştı. Hatta kabul etmek istemese de kalbinin parçalara ayrıldığını hissediyordu. Colin, taşıdığı kan nedeniyle pek romantik değildi elbette ancak yine de evlenme teklifi beklemişti. Colin'in bu bahaneyle onunla evlenmek istediğini sanmıştı. Ah hayır, hayalleri bir kez daha suya düşmüştü!
Dudaklarını birbirine bastırarak bir süre düşündü. Her zamanki mantığı nereye kaybolmuştu? Kafasında bu durumun avantajlarını düşünmeye başladı. Öncelikle o kaleden uzakta olacaktı. Yıllardır baba dediği insandan, halkı bildiği bir grup nankör yaratıktan uzakta olacaktı. Şüphesiz ki bunlar en güzel avantajlardı. Ancak bir İngiliz kızının İskoç topraklarında nasıl karşılanacağını da bilmiyordu. Belki onu dışlarlar, hatta kıyıda köşede taciz ederlerdi. Ona küfürler edip bağırabilirlerdi. Hatta ve hatta genç kızı dövüp sonra da kurtların önüne atabilirlerdi! Bu düşünceler yüzünden fal taşı gibi açılan gözleri ve bembeyaz olmuş suratıyla ormanda bir ruh gibi dikiliyordu. Tabii Isabel bunu fark edemeyecek kadar korku doluydu!
Colin endişeyle ona bir adım attığında silkelendi ve eski katı hâline bürünmeye çalıştı. Sesini olabildiğince korkusuz yaptı ve küçük çenesini gururla havaya dikti.
"Kabul ediyorum."
Bu işten kazanacağı şeyler kaybettiklerinin acısını dindirirdi. Hem babasından hem halkından hem de evinden uzaktı. Zaten güvendiği, ailem dediği kim varsa onu bir eşya gibi Colin'e vermişti. Yani o kanı bozuk İngilizler genç kızı umursamıyordu, Isabel'de bu saatten sonra asla İngiltere'ye dönmezdi.
Ayrıca İskoçya'da o kadar kaba davranacaklarını sanmıyordu doğrusu. Isabel herkesin bir kalbi olduğunu düşünüyordu. Genç kadın onlara zarar vermedikçe İskoçlar da ona zarar vermezdi büyük ihtimalle. En azından o kendini böyle avutuyordu.
Artık bölümler hergün geleceeeeek, yorumlarınızı esirgemeyin lütfeeeen :D