Isabel önündeki mide bulandırıcı ‘yaratıklara’ bakmaya başladı. Joshua önündeki elmayı sömürürken Finn su içiyordu. Tabii bunu öyle yapıyordu ki suyun yarısı midesine yarısı yere dökülüyordu.
“İnsan gibi davranmayı deneyin,” dedi yüzünü buruşturarak. “Birde herkes İngilizler kibar derler.”
Joshua dudaklarını büzdü ve elmanın çöpünü kadının önüne attı. “Son vakitlerini böyle saçma şeyler düşünerek mi harcıyorsun?”
Kadın alaycı bir ses çıkararak başını çevirdi. “Colin kafalarınızı direğe dikince de böyle konuşabilecek misiniz bakalım.”
Finn sırıtarak testiyi bıraktı ve koluyla ağzını sildi. “O aptal İskoç seni aramayacak bile.”
“Aslında ona iyilik ettiğimizi düşünmeye başlıyorum,” diye Joshua arkadaşına bakarak sırıttı.
“İyilik mi? Biz mi?” Finn kıkırdadı ve çantasından minik bir şişe daha çıkardı. “Umurumda değil.”
Isabel onları önemsemiyordu bile. Ancak aklına takılan soruyu dile getirmek zorunda hissetti kendini.
“Neden beni aramayacakmış?”
“Aptal sevgiline bir not bıraktık,” dedi Finn ve şişeyi kafasına dikti. Genç kadın yüzünü buruşturdu ve cevapla tatmin olmadığını belirtti. Bakışlarını her zamanki gibi iğrenç iğrenç sırıtan Joshua’ya çevirdi.
“Notta ne yazıyordu?”
“Ah birkaç ayrılık cümlesi, nefret dolu sözler ve bolca hayal kırıklığı.”
Joshua arkadaşının elinden içki şişesini alarak tek dikişte yarısını bitirdi.
“Colin onları benim yazdığıma inanmayacak,” dedi Isabel sırıtarak. “Sizi adiler. Colin sizi bulup canınıza okuyacak!”
“Eğer seni bizim yanımızda bulamazsa hiçbir şey yapamaz.”
“Ne demek istiyorsun?”
Finn güldü ve kollarını göğsünün üzerinde kavuşturarak sırtını ağaca yasladı. “Seni neden İngiltere’ye götürüyoruz sanıyorsun?”
“Belki Colin’den nefret ettiğin içindir,” dedi Isabel başını yana eğerek.
“Hayır tatlım,” Joshua sendeleyerek ayağa kalktı ve içki şişesini havada salladı. “Seni öldürmek için götürüyoruz.”
Isabel tekrar sırıttı. Kadın gayet rahat duruyordu. “Sizden korktuğumu mu sanıyorsunuz?”
“Korksan iyi edersin.”
Isabel yeni bir soruyu daha dile getirdi. “Elizabeth yanınıza döndü mü?”
Joshua içtiği içkiyi püskürttü ve müthiş bir şaşkınlıkla kadına bakmaya başladı. “Onu nereden tanıyorsun?”
Genç kadın mavi gözlerini kırpıştırdı. “Onu siz göndermişsiniz.”
“Ah küçük sürtük,” Joshua şişeyi öfkeyle yere fırlattı. “Bize yalan söylemiş, Finn.”
Finn omuz silkti ve gözlerini kapattı. “Babamın onu yaşatacağını sanmıyorum.”
“Ah hadi ama! Yatağıma giremeden öldürecek misiniz kızı?”
Isabel hiçbir şey anlamıyordu. Elizabeth’e ne olmuştu? Maximillan neden onu da öldürmek istiyordu? Ve en önemlisi Joshua Elizabeth’e de mi sulanıyordu?
Genç kıza bir anda acıdığını hissetti.
“Birazdan yola çıkalım,” dedi Finn. “Eğer hiç durmadan gidersek yarın akşama orada oluruz.”
Bu sırada Colin ve minik kafilesi çoktan yola çıkmıştı. Colin’in önderliğinde gece dâhil aralıksız at sürdüler. Isabel’in bulunduğu yerden yarım günlük bir mesafe uzaklığına geldiklerine Kenneth’ın ısrarıyla dinlenmeye karar vermişlerdi.
Gabe, eline ok ve yaylarını alarak ağabeyine seslendi. “Ben yiyecek bir şeyler bulacağım.”
Kenneth’ın tek yaptığı şeyse ona el sallayıp uyumaya devam etmesiydi. Gabe kaşlarını çattı ve homurdanarak ormanda ilerlemeye başladı. Daha yeni öğlen olduğu için her yer aydınlıktı. Colin, Kenneth ve yaklaşık on asker minik bir kamp kurmuşlardı. Herkes uyuduğu için her şey Gabe’e kalmıştı.
Okunu yayına gererek tetikte gezmeye başladı. Gözleri yiyebilecekleri bir hayvan arıyordu. Kendi kendine sessizce mırıldanmaya başladı.
“Gel buraya seni et deposu.”
Ama lanet olsun ki ormanda ot ve ağaçtan başka bir şey yoktu! Kulakları duyduğu her çıtırtıyı algılayacak şekilde tetikteydi ancak bir şey duymuyordu.
Bir adım attığı sırada beklediği işareti aldı. Arkasındaki yaprakların hışırdadığına emindi.
Müthiş bir yavaşlıkla dönmeye hazırlanıyordu ki duyduğu sesle bunu yapması imkânsızlaştı.
“Saçının telinin kıpırdadığını görürsem, seni vururum.”
Arkasındaki şey bir kadın mıydı? Tanrı şahit ki Gabe bir kadın sesi duyduğuna emindi!
Ağzı bir karış açılırken tekrar dönmeye hazırlanıyordu ki kadının yayını gerdiğini belirten bir ses duydu.
“Sana seni vuracağımı söylemiştim gerzek adam!”
Gabe derin bir nefes aldı ve yayını indirerek arkasını döndü. Gördüğü kadın kadın değildi. Lanet olsun kendi yaşlarındaki bir kız tarafından tehdit edilmişti!
Kızın kızıl saçları vardı. Ağaçların arasından sızan güneş ışığı bu rengi turuncu ve sarıyla karıştırıyor, onu bir orman perisi gibi gösteriyordu. İri açık yeşil gözleri Gabe’e odaklanmıştı. Elindeki yayı bir asker gibi doğrultuyordu.
“Sende kimsin?” dedi Gabe gözlerini kısarak. Kızın dudakları kıvrıldı.
“Celladın.”
Bu yeni kız arkadaşımız (ehuehue) Nur'a (lyannastark) ithafen. Ona bir sözüm vardı senide hikayeye dahil edicem diye, tuttum sözümü :D
Ayrıcaaaa yorumlarınızı bekliyorummm :D