"Bırak beni," diye homurdandı Isabel çırpınarak. Etrafındaki kalabalık ona hiç yardımcı olmasa da deniyordu işte.
Finn onu avluya çıkarana kadar neredeyse on beş dakika geçmişti. Ancak öfkeli halk onları oraya kadar takip etmişti.
"Yeter ama," diye homurdandı Finn. "Bu adamların nesi var böyle?"
Ortamda çınlayan tiz bir ses herkesi susturmaya yetti. Genç kadın gözlerini kırpıştırarak sesin geldiği yere baktı.
İnsanlar ikiye ayrılıyordu. Birine yol veriyor gibi görünüyordu.
Nihayet herkes çekilince Isabel nefesini tuttu. Colin, devasa bir kılıçla karşısında dikiliyordu!
"Burada ne arıyorsun?" diye bağıran Finn korkudan ne yapacağını şaşırmıştı. Lanet olsun Joshua neredeydi!
"Sende bana ait bir şey var Finny," dedi Colin kılıcı adama doğrultarak. "Ve ben, onu almaya geldim."
Colin'in arkasından gelen adamlar yavaşça ortaya çıkmaya başladı. En fazla on kişi olmalarına rağmen herkesin korkuyla nefesini tutmasına sebep olmuşlardı.
İngilizler çil yavruları gibi dağılmaya başladığında Kenneth'ın gözleri Elizabeth'i arıyordu. Ağabeyinin yanında durarak gözlerini sorarcasına Isabel'e dikti. Genç kadın onu anlayarak hızla cevap verdi. "Yukarda! Ken kurtar onu yalvarırım! Başı belada!"
Kadının sözlerini işitir işitmez gözleri büyüyen Kenneth bir şey demeden arkasını döndü ve koşmaya başladı. Hem Isabel hem Kenneth aynı şeyi diliyordu.
Geç kalmış olmamayı.
Colin kılıcını düz tutarak Finn'in yanına ilerledi. "Onu bırakman için beş saniyen var."
Finn kadını daha sıkı tuttu.
"Dört."
Adam korkuyla titremeye başladı.
"Üç."
Birkaç adım geri gitti.
"İki."
Finn, Isabel'i savurarak bıraktığı zaman her şey için çok geçti. Colin, öfkeli bir haykırışla kılıcını adamın titreyen kalbine gömdü ve acı içine bağırmasını dinledi. Adam dizleri üzerine düşüp ağlarken tek yaptığı şey sırtına tükürmek olmuştu.
Ve Finn Barrett, oracıkta, Colin'in ayaklarının dibinde son nefesini verdi.
"Elizabeth!" Kenneth kimseyi umursamadan bütün kapıları tek tek açmaya başladı. "Elizabeth!"
Bir koridor bitiyor, diğerine başlıyordu. Bakmadığı oda kalmamıştı ama lanet kızı bulamıyordu.
"Elizabeth lanet olsun neredesin!"
Duyduğu tiz çığlıkla irkilen adam bakışlarını koridorun sonuna çevirdi. Ayakları hızla koşmaya başlamışken aklından bin bir türlü düşünce geçiyordu. Kapıyı hızla açtı ve gözü kararmış bir biçimde içeri girdi. Tanımadığı bir adam Elizabeth'i kollarından tutmuş onu öpmeye çalışıyordu!
Spartacus'ün yanında halt yediği bir haykırışla (yazmasam içimde kalırdı) içeri daldı ve adamı sırtından tutarak kızdan uzaklaştırdı. Şaşkın adam ona döndüğü an iyice öfkelendi. Yumruğunu adamın suratına geçirdikten sonra yere düşmesini beklemeden yakalarından tuttu ve tekrar bir yumruk attı.
"Adi herif!" diye gürledikten sonra karnına sert bir tekme attı. Baygınlıkla yere düşen adama nefes nefese baktı ve ardından Elizabeth'e döndü. "İyi misin?" dedi nefes nefese.
Kız kafasını salladı ve yaşlarla ıslanan yüzünü sildi. Yanağındaki morluk Kenneth'ın dikkatini çekti. "Bunu o mu yaptı?"
Elizabeth kafasını sallamakla yetindi. Bozulan elbisesini titreyen elleriyle düzeltmeye çalıştı. "Teşekkür ederim."
Kafasını kaldırdığı an beyni gerçekleri idrak etti! Aman Tanrım karşısındaki kişi kanlı canlı Kenneth'tı!
"Kenneth!" diye çığlık attıktan sonra bir adım geri sıçradı. "Bu-burada ne arıyorsun?"
"Seni ait olduğun yere götüreceğim."
"Yapamam Kenneth anlasana," diye inleyen kız tekrar ağlamaya başladı. "Bu lanet yere bağlıyım."
"Sana gider misin diye sormadım," diye homurdanan adam kızın kolunu tuttu. "Eşyalarına gerek yok. Sana yenilerini alırım."
"Kenny-"
Bu sırada çoktan merdivenleri yarılamışlardı. Kenneth o kadar hızlıydı ki neredeyse üç adımda bir sendeliyorlardı.
"Babam beni gebertecek," diye mırıldandı Elizabeth avluya çıkarlarken.
Gabe sinirle soludu ve adımlarını hızlandırdı. Ağabeyi gerçekten oturup onun öylece bekleyeceğini mi sanmıştı? Böyle düşününce daha da öfkelendi. Büyükleri tarafından salak yerine konulmaktan bıkmıştı!
Gizlice avluya girdiği an ağabeyini gördü. Colin Isabel'e sıkı sıkı sarılmış, yerde kanlar içindeki adama bakıyordu. Ortama uğultu hakimdi.
"Şimdi ödeşme zamanı Colin!" diye bağıran bir ses duydu yanından. Hızla sağına döndüğünde dük görünümlü birini elinde görkemli bir kılıçla dururken gördü. İşin ürkütücü tarafıysa kılıç tam olarak Gabe'e doğrultulmuştu!
Ağabeyinin öfkeyle bağırdığını duydu. "Ona zarar verirsen burayı başına yıkarım, Maxie!"
Dük hızla Gabe'e atıldı ancak yarı yolda kaldı. Önce adamın ağzından kan geldi, ardından kaskatı bir biçimde yere düştü. Sırtındaki ok tanıdıktı.
Alex!
Gabe bakışlarını okun geldiği yere çevirdi. Kızıl saçlı celladı nefes nefeseydi. Doğrulttuğu yayını indirirken gülümsüyordu.
"Cellat olduğumu söylerken yalan söylemiyordum!" dedi neşeyle. Ardından az önce bir dükü öldürmemiş gibi gülmeye başladı.
Ayyy sonraki bölüm finaaaaal :/
Neyseee yorumlarınızı esirgemeyin lütfennn :D