O günün akşamında Isabel, üzerinde simsiyah bir elbiseyle surlara yürüyordu. Onu takip eden altı uşak, içi Isabel'in eşyalarıyla doldurulmuş üç sandık taşıyorlardı. Yürümeye devam etti. Bütün halk sokaklara dökülmüş, olan biteni izliyordu. Isabel ise dümdüz bir şekilde önüne bakıyor, aynı anda hızlı ama zarif adımlarla yürüyordu. Bu şekilde aynı bir kraliçeye benziyordu.
Teni ölü gibi solgun ve bembeyazdı. Siyah elbisesiyle oldukça ürkütücü görünüyordu.
Devasa kapının önüne gelince durdu ve açılmasını bekledi.
İlk önce turuncu ışık saçan meşaleleri, ardından onları tutan bir grup iri insanı gördü. Colin en önde duruyordu. Vücudu temizlenmişti ve meşalenin ateşi bronz tenini ve kaslı göğsünü parlatıyordu.
Isabel'in nefes alışverişi hızlandı.
Zarifçe omzunun üzerinden halkına baktı. Kimse onu umursamıyordu. Babası elinde bir meşaleyle ona yürüyordu. Hışımla önüne döndü ve zarafetinden hiçbir şey kaybetmeden koşar adım Colin'e yürüdü.
"Isabel!" babası ona sesleniyordu."Isabel, bekle!"
Genç kız sınırdaydı. Tek bir adım daha atarsa ahşap kapı ayaklarının altında olacaktı. İstemende olsa adımları yavaşladı ve köprüye doğru birkaç adım attı. Arthur elindeki meşaleyi uşaklardan birinin eline tutuşturdu ve yaşından beklenmeyecek bir dinçlikle Isabel'e koştu.
Genç kız köprünün ortasında geldiğinde Arthur kolundan sıkıca tuttu ve kendisine çevirdi.
"Babanla vedalaşmayacak mısın?"
Isabel gözlerini yere dikti ve başını eğdi. "Benim babam sabah, tam burada öldü lordum. Size hayatınızın geri kalanında huzur ve mutluluk dilerim."
Arthur'un yalvaran gözlerini umursamadan yoluna devam etti ve Colin'in yanına gidene dek durmadı.
Erkeğin gözleri onu delip geçiyordu. Adeta ruhunu okuyor, müstehcen bakışlarını bilerek Isabel'e sabitliyordu. Kadının üzerindeki etkisini bildiğinden, bunu sonuna dek kullanıyordu.
İngiliz Lordları gibi kolunu genç kadına uzattı ve başını hafifçe eğdi. "Leydim, bu gece şahane görünüyorsunuz."
"Rol yapmayı kes seni barbar İskoç." Isabel'in bu sert çıkışı Colin'i sinirlendirmek yerine güldürdü. Çünkü adam, Isabel'in derinlerde bir yerde pamuk gibi bir kalbi olduğunu biliyordu. Kendisi o hatayı yapmasaydı belki de Isabel böyle soğuk bir kaltak gibi davranmayacak, eski neşeli halinde mutlu mesut yaşayacaktı. Onun kalbini ve duygularını yok eden ta kendisiydi.
Gülümsemesinin solmasına izin vermeden kadını belinden kavradı ve atına oturttu. Isabel'in yüz ifadesi değişmedi. Sadece karşıya bakıyor, kazık yutmuş gibi oturuyordu. Ancak dikkatli bakan birisi gözlerinin yaşlarla dolu olduğunu görebilirdi.
Mutsuzdu. Ülkesini terk ediyordu. Babası onu sevmiyordu. Bunca yıldır doğup büyüdüğü topraklar onu reddediyordu. Tuhaf bir şekilde mutsuzluğunun bunlardan kaynaklanmadığını düşünüyordu. Derinlerde bir yerde daha büyük bir acı vardı.
"Ne düşünüyorsunuz böyle?"
Colin bunu söyler söylemez ata atlamış, tek elini kadının karnına sararak kendine çekmişti. Diğer eliyle atın yelesini tutuyordu. Eyer yoktu. Isabel ister istemez kıpırdandı. Colin'le bu kadar yakın olmaları tehlikeliydi.
"Rahatsız mı oldun? İstersen eyer bulabilirim."
Başını iki yana salladı ve Colin'den biraz uzaklaştı. "Hayır, iyi böyle."
"Neden böyle davranıyorsun?"
"Şu kibar beyefendi tavırlarını bırakır mısın lütfen?" diyen Isabel yumuşak başladığı cümlesini sertçe bitirmişti. Söylediği sözler üzerine Colin'in eli sıkılaştı ve ayağını ata vurarak harekete geçirdi.
"Sen bilirsin."
İşte özüne dönmüştü. Colin buydu. Çabuk sinirlenen, sert, barbar sıradan bir İskoç.
Yoo, bunların hepsi olabilirdi ama sıradan asla. Colin, sıradanlıktan çok çok uzaktaydı.
Dakikalar geçtikçe genç kadının bedeni gevşiyor, uykusu geliyordu. Diğer kadınlara göre daha güçlü ve dayanıklı olan vücudu sınırlarını zorluyordu. Ama uyuyamazdı. Eğer uyursa Colin'e yaslanmak zorunda kalır, elinden bırakmadığı tedbiri bir anda uçup yok olurdu. Eğer bu yakışıklı İskoç'a gönlünü kaptırdığını belli ederse kendini bir anda onun yatağında ve sıcak kaslı kollarının arasında bulabilirdi.
Isabel'in bilmediği şeyse kalbinin Colin'de olduğunu bir aptal bile anlayabilirdi.
En sonunda yorgunluğuna yenik düştü ve mart ayının soğuk gecesinde Colin'e sığınmak zorunda kaldı. Sırtını genç adamın göğsüne yasladı ve onunda sıcak kollarıyla onu sarmaladığını hissetti. Uzun zaman sonra daldığı en huzurlu uyku bu olmalıydı. Eyersiz bir ata rağmen!
Colin ise durumundan memnundu. Yıllar sonra sevdiği kadın kollarının arasındaydı. Atı Şimşek'in rahatsız edici adımları ve kokusuna rağmen Colin mutluydu. Isabel'in leylak kokulu saçları yüzüne çarpıyor, ama adam bu uzun bakımlı bukleleri gözünün önünden çekmek için bir harekette bulunmuyordu. Gözlerinin sevdiği kadının saçlarıyla kapanmasından daha huzur verici bir şey olabilir miydi?
Atını hızlandırdı. Adamları onları arkadan takip ediyordu. Hiç durmadan ilerlerse sabaha doğru İskoçya sınırını geçmiş olurlardı. Ve Colin bunun için sabırsızlanıyordu.
Yorumlarınızı bekliyorummm :D