Isabel öfkeyle kolunu çekiştirdi. "Oraya girmeyeceğim!"
"Öyle mi dersin?"
Finn onu sertçe avluya soktu. Girdikleri an etraflarını onlarca insan sardı.
"Lanet olsun bu da ne böyle?" diye bağırdı Isabel Finn'e sığınarak. Adam, kadını tuttu ve diğer insanları engelledi.
"Sana öfkeliler," dedi kolunu siper ederek. "Kahretsin. Eğer bir adım daha yaklaşırsanız kelleniz gider!"
Bu açık tehdidiyle halk geri çekilerek aralarına belli bir mesafe koydu. Ancak yine de genç kadına küfürler etmekten vaz geçmediler.
"Finny seni geberteceğim," diye homurdandı Joshua yanlarına gelerek. "Neden gizlice girmedik ki?"
"Kapa çeneni yoksa kapatabileceğin bir çenen kalmayacak."
Elizabeth gözlerini kırpıştırarak gelenlere baktı. İki asker ve Daniel, zindanın kilidini açıyordu.
"Neler oluyor?" diye mırıldandı boğuk bir sesle. Daniel sırıttı ve ağır kapıyı ittirdi.
"Doğum günü çocuğuna merhaba de," dedi sırıtarak. Genç kız nefesini tuttu ve duvara sindi.
"Benden uzak dur."
"Biraz sonra tam tersini söyleyeceksin tatlım."
Askerler güçlü birer kahkaha atarken Daniel kızın kolunu tuttu ve zorla ayağa kaldırdı. Başını öne uzatarak kızı kokladı. "Günlerdir buradasın ama hâlâ güzel kokuyorsun." Askerlere döndü. "Hizmetçilere söyleyin, odama küvet götürsünler. Onu yıkayacağım."
İki adam sırıtarak kafasını salladı ve zindandan çıktı. Onları Daniel ve Elizabeth takip etti. Genç kız kurbanlık koyun gibi görünüyordu.
Tam merdivenleri çıkıyorlardı ki başka bir asker koşarak yanlarına geldi.
"Dük," dedi nefes nefese. "Seni çağırıyor."
"Lanet olsun şimdi mi?" diye homurdanan adam Elizabeth'i adeta savurdu ve öfkeli gözlerini genç askere dikti. "Buna dikkat et. Sakın kaçmasın."
Kafasını sallayan asker Elizabeth'in kolunu sıkıca kavradı.
"Beni burada bekleyin."
Daniel son sözlerini söyledikten sonra hızla merdivenlerden çıktı. Onun gidişiyle kendine gelen Elizabeth dudaklarını büzdü ve askerin kulağına eğildi.
"Beni nereye götürüyor biliyor musun?" diye fısıldadı sıcak nefesini üfleyerek. "Odasına."
Asker yutkundu ve başını çevirdi. Elizabeth, İngiltere'de adı çıkmış bir kızdı. Şeytanın ta kendisi olarak adlandırılıyordu. Erkekleri kendine aşık edip sonra da onları ölüme terk ettiği gibi bir söylenti bile vardı!
"Benden uzak dur seni şeytan," dedi kızı kendinden uzaklaştırarak. Elizabeth gözlerini devirmemek için kendini zor tuttu. Bu İngiliz erkekleri neden bu kadar aptaldı anlamıyordu.
Askerin tuttuğu kolunu zorlukla hareket ettirerek elini adamın karnına götürdü. "Beni ona verme."
Asker yutkundu. "Kapa çeneni."
"Lütfen bırak. Sana zarar vermem."
Genç adam en sonunda dayanamadı ve hızla kızı bırakarak bir adım geri çekildi. "Ruhumu ele geçirmene ele vermeyeceğim seni çatlak büyücü!"
Elizabeth sırıttı ve saçlarını savurdu. "Seni taşa çevirmeden önce def ol buradan, aciz yaratık!"
Genç asker çığlıklar atarak zindandan kaçarken Elizabeth kahkahalarla gülmeye başladı. Çok uzun zamandır böyle eğlenmemişti.
Gülmesini durdurmayı başardığında üstünü başını düzeltti ve temkinli adımlarla merdivenleri çıkmaya başladı. Eğer yine yakalanırsa gerçekten şanssız olduğunu düşünmeye başlayacaktı!
Merdivenlerin sonuna kadar çıktığında büyük bir kargaşayla karşılaştı. Büyük bir grup insan daire şeklini oluşturmuş sürekli bağırıyorlardı. Kaşlarını çatarak kalabalığı aştı ve neler olduğuna baktı.
Gördüğü şeyle ağzı kocaman açılırken hızla ileri atıldı. Isabel Finn ve Joshua tarafından tutuluyordu. İnsanlar kadına bağırıyor ve üzerine yürüyorlardı ancak kimse ona dokunmuyordu.
"Isabel!" diye bağırdı genç kız var gücüyle. Kadın, şaşkınlık dolu iri mavi gözlerini ona çevirdi.
"Beth?"
Aniden Elizabeth'in kolu sertçe tutuldu. Genç kız irkilerek elin sahibine baktı. Daniel ölümcül bir öfkeyle ona bakıyordu.
"Bu iki oluyor," diye tısladı adam. Ardından kızı çekiştirdi. "Gidiyoruz."
Elizabeth Isabel'e bakmaya çalıştı. Ancak o kadar çok insan vardı ki bunu başaramadı. Adamın pençelerinden kurtulmak için çırpınıyordu ancak bu mümkün değildi.
"Bırak beni," diye homurdandı kolunu çekiştirerek. "Bırak!"
Ancak adamın onu bırakmaya niyeti yoktu. Odasına çıkınca kadını içeri ittirdi ve işaret parmağını tehdit edercesine kaldırdı. "Yarım saatin var. Düşün. Ya kendi isteğinle ya da zorla."
Sonra koridordaki nöbetçilere seslendi. "Bu kapının önünden ayrılmayacaksınız. Ben geliyorum. Aşağıda olay var."
Elizabeth hızla adamın koluna atıldı. "Beni rahat bırak seni aptal İngiliz bozuntusu!"
Daniel'in güçlü tokadıyla geri savrulurken ölümüne acıyan yanağını tuttu. Eline az bir miktar kanın bulaştığını hissediyordu.
"İlk önce ben ve Kenneth gireceğiz," diye mırıldandı Colin, eliyle ilerdeki şatoyu göstererek. "Arkamızdan gelin. Ben Isabel'i alacağım. Kenneth Elizabeth'i alacak. Peşimizden gelen herkesi yok edin."
Efendilerinin bu acımasızlığına alışkın olan askerler aynı anda kafa salladı. Gabe bir adım öne çıktı. "Ben ne yapacağım?"
"Burada kal."
Gabe öfkeyle soludu. "Bende geleceğim."
"Hayır gelmeyeceksin."
Somurtarak büyük bir ağaca tekme attı Gabe. En küçük kardeş olmak berbat bir şeydi!
"Neden bende gelmiyorum?" diye haykırdı öfkeyle. "Bana çocukmuşum gibi davranmanızdan bıktım usandım!"
"Bu tavırların bile küçük bir velet olduğunun kanıtı, Gabriel," dedi Kenneth sırıtarak. Gabe, onu duymazlıktan geldi. Kendi sorunlarıyla ilgilenmek üzere bir köşeye çekildi.
Colin, bakışlarını şatoya dikti. "Eğlence başlasın."
35. bölüm finaaal :/
Ayrıcaa yorumlarınızı bekliyorummm ^^ :D