Kenneth Elizabeth’i bulmaya gittiğinde sorunlarıyla baş başa kalmıştı Colin. Buraya Isabel’i düşünmemek adına gelmişti ancak kadın bir an olsun aklından çıkmamıştı. En sonunda dayanamadı ve yerinden kalktı. Botları çıkarıp ters çevirdi ve içlerindeki suyu çıkardı. Ardından yalınayak Isabel’in odasına yürümeye koyuldu.
Genç kadınsa biraz olsun sakinleşmişti. Artık ağlamıyor olsa bile içi yanıyordu. Gözyaşlarının bitip tükendiğini hissediyor, hissettiği duyguları mecburen içinde yaşıyordu. Yutkundu ve titreyen elleriyle elbisesini düzeltti. Ardından kalın yorganı üzerine çekti ve gözlerini kapattı. Bir daha uyanmamak istiyordu. Gözlerini açmak, Colin’in suratını görmek istemiyordu. Hatta bu ihtimal midesini bulandırmıştı.
Uyuyakaldığı sırada odaya Colin girdi. Kadını öylece iki büklüm yatarken görmek bir kez daha kendinden nefret etmesine sebep oldu. Kadın kocaman yatakta top gibi kıvrılmıştı. Gözleri sıkı sıkı kapalıydı ve yastıktan anlaşıldığı kadarıyla ağlayarak uyumuştu.
Boğazına oturan yumru nefes almasını zorlaştırıyordu ancak umursamadı. Colin, nefes almayı hak etmiyordu. Onun yaşamasına sebep olan şey şu an karşısındaki yatakta yatıyordu.
Dudaklarını birbirine bastırdı ve kirli ayaklarıyla odaya girdi. Soğuk betonda çamur izleri bırakarak yatağın yanına kadar geldi. Yatağın ucuna çekingen bir biçimde oturdu ve kadının acıyla kasılmış suratını izlemeye başladı. Saçlarını okşamak adına elini uzatmıştı ancak son anda vazgeçerek geri çekildi. Isabel’i bu hâle getirdiği için kendinden tiksiniyordu. Kendini soysuz İngilizlerden farksız görüyordu ki bu onun için en büyük hakaretti.
Derin bir nefes aldı ve tekrar kalktı. Ancak bu sefer gözü yatakta bir noktaya takıldı. Minik, kırmızı bir leke sanki sırf Colin görsün diye oradaydı. Isabel’in kanı yatağının ortasında ona resmen sırıtıyordu.
Düğümlenen midesiyle son kez kadına, kadınına baktıktan sonra botlarını yavaşça yere bıraktı ve soğuk bir banyo yapmak için hizmetçileri çağırdı. Buz gibi su istediğinde hizmetçiler, sanki efendileri delirmiş gibi bakmaya başladı. Ancak emir emirdir diyerek kovalarca soğuk suyu odaya getirdiler. Bunlar yapılırken Isabel’in uyanmaması, hatta kıpırdanmaması Colin’in dikkatini çekse de sesini çıkarmadı. Şu an en çok istediği şey Isabel’le konuşmaktı ama kendini buna hazır hissetmiyordu.
Hizmetçileri odadan kovduktan sonra mümkün olduğunca sessiz bir şekilde su dolu kovaları ahşap küvete boşalttı. Üzerindeki her şeyi bir çırpıda çıkarıp hızla küvete girdi. Soğuk o kadar ani gelmişti ki titredi ve kanının donduğunu hissetti.
Su sesleriyle hafifçe gözlerini aralayan Isabel bir süre etrafa baktı. Daha uyuyalı yarım saat olmamıştı ama duyduğu sesler yüzünden gözlerini açmak zorunda kalmıştı. Bacaklarının arasındaki acıyı yüzünü buruşturarak fark etti. Colin’in ona hediyesini en ücra noktalarında hissediyordu.
Ve onu gördü. Odanın ortasında, ahşap bir küvetin içinde oturan Colin’i. Suyun soğuk olduğunu hemen anladı çünkü görebildiği kadarıyla su berraktı ve üzerinden dumanlar çıkmıyordu.
“Aklınca kendini cezalandırıyorsun ha?” dedi ağlamaktan kısılmış sesiyle. Colin, ona cevap vermedi ve öylece oturmaya devam etti.
“Tecavüz edilen benim ama trip atan sensin.”
“Ben sana tecavüz etmedim.”
Colin’in fısıltısı alayla gülmesine sebep olmuştu. “Öyle mi? Ne yaptın peki? Masaj falan yaptın da haberim mi yok?”
Erkek, cevap vermedi. Bacaklarını kendine çekti ve kollarıyla sardı.
Isabel gözlerini tekrar kapattı. “Senden nefret ediyorum,” diye fısıldadı acıyla. “Sonsuza kadarda nefret edeceğim.”
Colin cevap vermedi.
“Benim tanıdığım Colin bu olamaz. O bana asla zarar vermezdi.”
Colin, alnını dizlerine yasladı.
“Çünkü Colin beni seviyordu. Ya da ben öyle sanıyordum.”
Erkek gözlerini sıkıca kapattı.
“Yanılmışım.”
“Bugün mü gitmek istersin yarın mı?”
Elizabeth, dudaklarını ısırdı ve Kenneth’a baktı. “Fark etmez.”
Kenneth anlayışla başını salladı. İkisi de bir süre konuşmadı. Elizabeth bir ağacın altında oturuyordu ve Kenneth ayakta durmuş kaçamak bakışlarla ona bakıyordu.
“İngiltere’ye dönmek istediğine emin misin?”
Elizabeth bunu düşündü. Hayır, emin değildi. Hatta gitmek istemiyordu. Göğüslerini tekrar o bezle kapatmak ve ağabeyinin sapık arkadaşlarının tacizlerine uğramak istemiyordu.
“İstersen burada yaşayabilirsin.” Kenneth ona yan bir bakış attı ve hızla başını eğdi.
“Nasıl?”
“Bilmem.”
“Bu yanlış olur.”
Kenneth ayağının ucuyla yerde şekiller çizmeye başladı. Botlarını buraya gelmeden değiştirdiği için mutluydu.
“Hayır yanlış olmaz.”
Elizabeth üzgün gözlerle yerden kalktı ve üzerini silkeledi. “Bende gitmek istemiyorum ama burada kalamam.”
“Kalabilirsin!”
Küçük kız üzgün gözlerle bakmaya devam edince Kenneth dudaklarını yaladı ve sözlerine devam etti.
“Burada böyle yaşayamazsın ama evlenirsen yaşayabilirsin!”
Elizabeth’in yüzü bembeyaz oldu. “Kimse benimle evlenmez ki.”
“Neden?”
“Ben çirkinim,” dedi küçük kız başını eğerek. “Baksana. Boyum kısa. Çok zayıfım. Yüzüm kötü. Hiçbir albenim yok.”
“Hayır hayır,” Kenneth hızla ileri atıldı ve küçük kızı kollarından tuttu. “Sen güzelsin! Eminim kendine bir koca bulabilirsin.”
“Yapamam.” Başını yana çevirerek dolan gözlerini gizledi. “Herkes beni çocuk sanıyor. Hem ben…”
“Sen?”
“Ben benim sevebileceğim biriyle evlenmek istiyorum.”
“Ah hadi ama! Aşk diye bir şey yoktur!”
“Var.” Elizabeth’in çaresiz iniltisi Kenneth’ın kulaklarını doldurdu. “Kalmamı istediğini biliyorum ama-“
“Evlen benimle.”
Yorumlarınızı bekliyorummmm :D:D