“Sen cesur bir kızsın,” dedi Kenneth, soluk soluğa kalan Elizabeth’e. Bir ağacın altında oturuyorlardı. Elizabeth kendini kötü hissettiğini söyleyip oturmak istemişti. Kenneth’da onu kırmamıştı.
“Sağ ol,” dedi Elizabeth nefes almaya çalışarak. “O atın üstüne oturan herkes cesur sayılmalı.”
Kenneth bu cümleyle güldü ve elindeki sopayla yerde şekiller çizmeye başladı. “Adını söylemedin.”
“Elizabeth.”
Oğlan başını hızla yerden kaldırdı. Gülmüyordu ve gözleri daha garip bakıyordu. “İngiliz misin?” dedi sertçe.
Elizabeth bir istavroz çıkardı. “Tanrı’ya şükür, evet, İngiliz’im.”
Kenneth elindeki sopayı fırlattı. “Seni fahişe!” Gözleri alev alevdi. Kanındaki İngiliz nefreti kızgın lavlar gibiydi. Damarlarında dolaşıyor ve Kenneth’ın öfkelenmesine sebep oluyordu. “Beni kandırdın!”
“Sana hiç İskoç olduğumu söylemedim,” diye homurdanan Elizabeth ayağa kalktı ve elbisesini silkeledi. “İskoç’a benzer bir yanım var mı?”
Kenneth genç kızın bedenini süzdü. Upuzun açık kahverengi saçları örülmüştü ve bal rengi gözleri vardı. Elmacık kemikleri çıkıktı ve hafifçe pembeleşen yanakları vardı. Dudaklarıysa… ah o dudakları yok mu! Kenneth’a inanılmaz şeyler vaat edercesine büzülmüştü. Üzerindeki düz kahverengi elbise ona küçük geliyordu. Bedeni incecikti ve bir saniye! Kızın göğüsleri yoktu!
“Senin göğsün yok!” diye haykırdı şaşkınlıkla kıza bakarak. Elizabeth aceleyle göğüslerini kapattı.
“İskoç erkeklerinin hepsi sapık mı Tanrı aşkına!”
Kenneth kaşlarını çattı. “Biri sana sarkıntılık mı etti?”
Elizabeth çenesini havaya kaldırdı. Boyu bir elliyi geçmemesine rağmen oldukça olgun bir duruşu vardı. “Bana kimse sarkıntılık edemez!”
Kenneth kafasını salladı ve kollarını göğsünde kavuşturdu. “Kaç yaşındasın sen? On dört mü?”
“On yedi! Lanet olsun on yedi yaşındayım!”
Kenneth dudaklarını büzdü. Bu konu hakkında bir şey söylemek istemiyordu. Ardından derin bir nefes aldı. “Leydinin atında ne işin vardı?”
Elizabeth bakışlarını kaçırdı. “Birkaç gün burada kalacağım.”
“Hah!” Kenneth alaycı gözlerle kıza bakıyordu. “Ağabeyim seni asla burada tutmaz.”
“Ağabeyin mi?”
“Evet. Colin MacPherson.”
“Ah şu sapık adamı diyorsun!”
Kenneth kaşlarını çattı. “Benim ağabeyim bir sapık değil. O bir klan reisi!”
Elizabeth alaycı bir ses çıkardıktan sonra başını çevirdi. “Seninle İskoç erkeklerini tartışmayacağım.”
“Ah öyle mi? Nesi varmış İskoç erkeklerinin?”
Elizabeth yan bir bakış atsa da eski tavrına hemen geri döndü. “Bir kere hepiniz barbarsınız!”
Kenneth dudaklarını büzdü. “Ne barbarlığımızı gördün şimdiye kadar?”
Elizabeth’in cesareti yavaş yavaş kırılıyordu. “Sana hesap vermek zorunda değilim!”
“Eğer kanıtın yoksa,” dedi Kenneth ürkütücü bir sakinlikle. “Konuşma.”
Genç kız elbisesini son kez silkeledi ve omuzlarını dikleştirerek kaleye yürümeye başladı. Çok uzak görünüyordu ama hızlı yürürse yarım saate varabilirdi. Tam bir adım daha atıyordu ki Kenneth’ın arkasından seslendiğini duydu.
“Ata bin.”
Genç kız omzunun üzerinden küstah bir bakış attı. “Yürüyebilirim.”
“Tabii ki yürüyebilirsin ama ben ata binmeni istiyorum.”
“Atını sevmedim.”
“Bende seni sevmedim.”
“Seni terbiyesiz ayı!”
Kenneth omuz silkti ve eliyle atı Jay’i gösterdi. “Kendin mi binersin yoksa zorla mı?”
Elizabeth homurdanan ata ürkek bir bakış attı. Tam bir adım atıyordu ki Jay burnundan sert bir nefes verdi. Elizabeth yutkundu ve hızla başını iki yana salladı. “O hayvana asla binmem.”
“Benimle tartışma.”
“Sende beni zorlama o zaman!”
“Pekâlâ,” diye mırıldanan Kenneth Elizabeth’e doğru yürümeye başlamıştı bile. “Bunu sen istedin.”
“Ah hayır ona binmeyeceğim!”
Tam koşmaya başlıyordu ki Kenneth bileğinden tutarak onu engelledi. Neredeyse sürükleyerek Jay’in yanına götürdü. Elizabeth çırpınıyor, onu bırakması için yalvarıyordu. Kenneth onun elini zorla atın yelesine götürdüğünde artık yapacak bir şeyi kalmamıştı.
Kenneth’ın güçlü eli bileğindeyken ve ona atın yelesini okşatırken dudaklarını ısırdı. Jay mutlu olduğunu belirten sesler çıkardığında aslında korkusunun yersiz olduğunu anladı.
“Gördün mü? Korkacak hiçbir şey yok.”
Kenneth’ın fısıltısı kulağının hemen yanındaydı. Yanakları hızla kızarırken geriye doğru bir adım attı ama Kenneth’ın bedenine çarptı. Jay ve Kenneth arasında sıkışıp kalmıştı!
“H-hadi gidelim.”
Kenneth bileğini bırakınca rahat bir nefes aldı. Erkeğin yardımını reddederek ata kendi çabasıyla bindi ve Jay’in yumuşacık yelesini tekrar okşadı. Kenneth arkasına geçip kolunu beline sardığında yanaklarının anlamsız yere kızardığını düşünüyordu.
İlk zamanlarda yorumlar çok güzeldi ya şimdi neden azaldıı :S Bu kadar az olmasın ama yaa yazasım gelmiyor kimse umursamıyor diye :S
Neyse yorumlarınızı bekliyorummm ^^
Ayrıca Multimedia'da Kenneth vaaar :D