Bölüm 26 / Tül

23.3K 1.1K 16
                                    

“Hey,” Gabe sessiz bir mırıltıyla Kenneth’a seslendi. “Ken. Bence biraz konuşmalıyız.”

“Ne söyleyeceksin?” Kenneth’ın sesi sertti.

Gabe, ağabeyinin yanına oturdu ve derin bir nefes aldı. “Üzgünüm.”

Kenneth alayla güldü ve içki şişesini yanına bıraktı. Yine bir ağacın altındaydılar ve saat gece yarısını çoktan geçmişti.

“Gerçekten,” diye sözlerine devam etti Gabe. “Biliyorum benim yüzümden bu haldesin.”

Kenneth cevap vermeden şişeyi kafasına dikti. Gabe, ağabeyine şaşkınca bakarak hışımla şişeyi aldı ve yere bıraktı. Bunun üzerine Kenneth oldukça öfkelenmiş görünüyordu.

“Beni rahat bırak Gabe,” diye homurdandı ve tekrar şişeye uzandı.

“O İngiliz’i sevdiğini söylemeden hiçbir yere gitmiyorum.”

Kenneth yüzünü buruşturdu ve kardeşine bir bakış attı. “O zaman sana burada iyi eğlenceler kardeşim.”

Yalpalayarak ayağa kalktığında Gabe’de onu takip etmişti. Kenneth öfkeli bir homurdanmayla yürümeye başladı. Aptal kardeşi ondan ne istiyordu gerçekten anlamıyordu.

“Gabe,” dedi iç çekerek. “Beni rahat bırak.”

Adımlarını hızlandırdı ve kardeşinin ona yetişmemesini umdu. Ancak Tanrı, tabii ki de bu dileğini yerine getirmedi.

“Kaçma, seni aşk çocuğu!”

Kenneth gözlerini kısarak omzunun üzerinden baktı. Ay ışığı Gabe’in suratını rahatlıkla aydınlatıyordu ve muzip bakışları ağabeyine odaklanmıştı.

“Ah harika,” diye mırıldandı Kenneth gözlerini devirerek. “Veledin teki bir anda akıl hocasına dönüştü.”

Gabe kaşlarını çattı ve kollarını göğsünün üzerinde kavuşturdu. Onu umursamışa benzemiyordu. “Benim tanıdığım Kenneth o kızı saçından sürükleyip buraya geri getirirdi.”

“Beni yanlış tanımışsın demek,” dedikten sonra umursamaz bir şekilde arkasını döndü. Kardeşinin arkasından ettiği küfürleri umursamayarak odasına doğru yol aldı.

“Sence hangisi daha güzel?” Annabeth, odasındaki divanın üzerindeki kumaşlara baktı. Mavi, kırmızı, yeşil, altın sarısı… Bütün renk ve desenlerden vardı. Klanın terzisi ve yardımcıları bulabildikleri kadar kumaşı Annabeth ve Isabel’in önüne sermişti.  İki genç kadın hangilerini seçmek konusunda kararsız kalmıştı.

Isabel dudaklarını büzdü ve işlemeli altın sarısı kumaşı eline aldı. “Bu güzelmiş.”

Annabeth onu kafasıyla onayladı ve açık mavi kumaşı okşadı. “Bende buna bayıldım. Ama şu beyaz da çok güzel.”

Isabel iç çekti ve Annabeth’e yöneldi. “Bence mavi olmalı. Beyazla da süslemelerini yaparız.”

Esmer kadın sırıttı ve beğendiğini belli edercesine başını salladı. “Harika bir fikir.”

İltifata karşılık Isabel gülümsedi ve kendi elbisesi için kumaş bakmaya devam etti. İhtiyacı olmadığı halde Annabeth’in ısrarıyla bunu kabul etmek zorunda kalmıştı. Oysaki bu tür şeylerden nefret ederdi.

“Karar veremiyorum,” diye mırıldandı gözlerini kumaşlardan ayırmadan. “Bunların hepsi çok güzel.”

“Hepsini al o zaman!”

Isabel gözlerini devirdi ve en sonunda altın sarısı kumaşı seçti. “Saçmalama Bethy.” Eliyle altın sarısı kumaşı işaret etti. “Bu olsun.”

“Bu da, bu da ve şu da.”

Colin’in sesini duyar duymaz irkilen kadın hızla arkasını döndü. Genç adam bir elinde mor bir elinde turuncu kumaş tutuyordu. Kaşları çatılıydı. Gözlerini elindekilerden ayırmadan terzi kadına seslendi. “Hepsi olsun.”

“Sen çıldırmışsın!” Genç kadın kimseyi önemsemeden ileri atıldı ve erkeğin elindekileri aldı. “Bu kadar elbiseyi ne yapacağım ben?”

“Haklısın.” Colin sırıtıyordu. “Benim ilgimi çıplak halin çekiyor ama…”

Isabel bir çığlık atarken odadaki kızlar kıkırdamaya başladı.

“Çık dışarı pis sapık!”

“Kırılıyorum ama.”

Dudaklarını büzen Colin’in bu şebekliğine kanmamaya kararlı olan kadın, dolu elleriyle adamı kapıya kadar ittirdi.

“Bu adam uslanmayacak.” Annabeth sırıtarak kafasını iki yana salladı.

Isabel somurttu ve Colin’in bu kadar insanın içinde nasıl böyle terbiyesizce konuştuğunu düşündü. Adamın doğasında utanmak diye bir şey yoktu, biliyordu genç kadın. Yanakları kıpkırmızı hizmetçilere baktı bir süre. En sonunda derin bir nefes aldı ve elbise işine geri döndü.

Tam elini kırmızıya uzatmıştı ki terzi kadın hızla kolunu tuttu. “Bey hepsini istemişti ya.”

“Sen boş ver onu.”

“Abartıyorsun Isabel.” Annabeth gözlerini devirdi ve koyu kırmızı kumaşı üzerine tuttu. “Ben senin yerinde olsam…” Bir süre düşündü ardından yüzünü buruşturdu. “Ah hayır düşünmek bile istemiyorum. Colin’e katlanabileceğimi sanmıyorum.”

Isabel sırıttı ve Annabeth’i haklı buldu. Sızlanmak yerine biraz olsun eğlenmek kendini iyi hissettirebilirdi. Dudaklarını ısırdı ve beğendiği bütün kumaşları terziye göstermeye başladı.

“Şu, şu ve şu…”

Annabeth araya girerek elindeki siyah tülü gösterdi. Saten-tül karışımı kumaş biraz fazla cüretkârdı. Isabel eğer bunu giyerse içinin belli olacağına emindi.

“Bence bundan bir gecelik yaptırmalısın,” diye fısıldadı Annabeth. Başka şeylerle meşgul olan hizmetçilere bir bakış attı ve hafifçe öne eğildi. “Evlenince işine yarar.”

Isabel yüzünü buruşturdu. “Ben evlenmeyeceğim.”

“Görürüz.”

Ve Isabel ilk defa kendinin haksız olduğunu biliyordu.

İki gündür bölüm ekleyemediğim için çook özür dilerim amaaaaa lise kayıt seyleriyle uğraşıyodum. Yazacak vaktim olmadııı tekrar çok özür dilerimmm :/

Yorumlarınızı bekliyorummm :D

SınırHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin