Colin sabah sevinçle Isabel’in odasına gitti. Elinde zümrüt bir yüzük tutuyordu. Bunu kadına verdiğinde yüzündeki ifadeyi görmek için sabırsızlanıyordu.
Kapıyı birkaç kez tıklattı. “Isabel?”
Ses gelmeyince birkaç kez daha kapıyı tıklattı. “Giriyorum bak. Soyunuksan giyin istersen,” ardından hafifçe sırıttı. “Ya da giyinme.”
Kapıyı yavaşça araladı ve etrafa göz attı. Bozuk bir yatak, yere düşmüş bir yastık…
Sanki savaş çıkmış gibiydi.
Kalbi korkuyla kasılırken hızla yatağa koştu. Örtüleri çekip aldı. Lanet olsun Isabel neredeydi?
O sırada masadaki not dikkatini çekti. Kaşlarını çatarak küçük parşömeni eline aldı ve okumaya başladı.
Üzgünüm, yapamayacağım. İngiltere’ye dönüyorum.
Genç adam bir süre boş boş kâğıda baktı. Yazılar Keltçe yazılsa da o kadar çirkin ve bozuk bir şekilde yazılmıştı ki. Colin bu notun Isabel tarafından yazılmadığına emindi.
Asıl önemli olan Isabel’in başına ne gelmişti?
Parşömeni elinde müthiş bir öfkeyle sıktı. Görünüşe göre Isabel buradan zorla götürülmüştü. Ve Colin, bunu yapanları bulmak için sabırsızlanıyordu.
Hızlı ve sert adımlarla odadan çıktı ve Kenneth’ı bulmak üzere hızla aşağı indi.
“Hey Gabriel!”
Gabe, ağabeyi Kenneth’a baktı. Genç oğlan nefes nefese kalmıştı ve bağırarak yanına koşuyordu.
“Olanları duydun mu?”
“Hayır,” dedi Gabe kaşlarını çatarak. “Ne oldu?”
“Isabel yokmuş,” dedi Kenneth nefes almaya çabalayarak. “Colin kaçırıldığını düşünüyor.”
“Bir bu eksikti,” diye homurdanan Gabe kollarını göğsünün üzerinde kavuşturdu. “Ne yapmayı düşünüyor?”
“Söylediğine göre onu kim kaçırdıysa derisini yüzüp kemiklerinden kolye yapacakmış.”
“Hoşuma gitti.”
İki kardeş kaleye yürümeye başladıklarında güneş daha yeni yeni parlıyordu.
“Bence babası yapmıştır,” dedi Gabe merdivenleri tırmanırken.
“Sanmam.” Kenneth yüzünü buruşturdu. “Sonuçta kızını kendi verdi.”
Gabe onayladığını belli edercesine kafasını salladı. “Doğru. O zaman belki de kral kaçırmıştır.”
“Edward’ın Isabel’le ne işi var ki?” diyerek yüzünü buruşturdu Kenneth.
Bu sırada Colin’in çalışma odasına varmışlardı.
Gabe kapıyı çalmadan hızla açtı ve aceleyle içeri girdi. Annabeth, Colin ve birkaç asker vardı.
“Bence Edward yaptı,” diye söze girişti Gabe. “Sana garezi olduğunu herkes bilir.”
Colin başını salladı ve yüzünü sıvazladı. “Isabel’in burada olduğunu bildiğini sanmam.”
“O zaman Elizabeth’in bahsettiği kişiler yapmıştır.”
“Bu ihtimali de düşündüm ama Isabel’i kaçırmaları mantıksız. İngilizler kendini gururlu sanan aptallardır. Kaçırmak yerine gelip benden isteyebilirlerdi.”
“Ah bundan o kadar emin olma,” diyerek güldü Annabeth. “Gabie’e katılıyorum. Bu işin arkasında kesin Barrett’lar var.”
Bu ihtimal Colin’e de mantıklı gelmeye başlamıştı. Derin bir nefes alarak yerinden kalktı ve ellerini masaya dayadı.
“Hazırlanın,” dedi hafifçe gülümseyerek. “İngiltere’de minik bir işimiz var.”
Elizabeth gözlerini kıstı ve yattığı yerde doğruldu. En kötü suçluların atıldığı zindana kapatılmıştı. Başında beş tane asker nöbet tutuyordu ve zindanın kapısı zincirliydi.
Adım sesleriyle iyice meraklandı. Su yoktu. Yemek yoktu. Belki de hayal görüyordu.
Babası, parmaklıların ardına gelince hayal olmadığını anladı.
“Doğrusu hayal kırıklığına uğradım Elizabeth,” dedi Max. “Sende en az o sürtük kadar hainsin.”
“Ben kötü bir şey yapmadım,” diye tıslayan genç kız öfkeyle soludu. “Asıl hain sensin!”
Maximillan güldü ve işaret parmağını kilitlerden birinin üstüne koydu. “Şu durumda bile nasıl böyle konuşabiliyorsun?”
“Ah söylememi istiyor musun gerçekten?” diye fısıldayan kız güldü. “Çünkü senden korkmuyorum, ihtiyar. Artık buraya kadar. Bitti.”
“İskoçya’da bir şey yaşamışsın,” dedi Max, ve gözlerini kıstı. “Beynini yıkamışlar senin.”
“Yıkanabilecek bir beynim var en azından.”
Babası sinirlenmek yerine güldü ve parmağını şıklattı.
“Daniel’a bir ödül vermeye karar verdim,” diyen babasının gözleri parladı. “Birkaç gün sonra doğum günü.” İç çekti ve sakalını okşadı. “Ona hoş bir hediye vereceğim.”
“Bundan bana ne?” diye tısladı Elizabeth. “Hepinizden nefret ediyorum. İğrenç yaratıklar.”
“Aaaa tatlım,” Max güldü. “Hediyeyi sormadın ama.”
“İlgimi çekmiyor.”
“Daniel!” Omzunun üzerinden askerine seslenen adam neşeliydi. Daniel yanına gelince tekrar güldü ve Elizabeth’e döndü. “Sanırım bu genç adamı baştan çıkarıp öylece ortada bırakmışsın.”
Bu konunun gidişatı hiç iyi değildi.
“Diyorum ki,” dedi yavaşça. “Belki de doğum gününde onu mutlu etmelisin.”
Finale az kaldıııııı, şimdiden söyliyeyim :/
Ayrıcaaaa yorumlarınızı bekliyoruum :D