Elizabeth’in gidişinden bir hafta sonra herkes çok durgundu. Isabel kimseyle dertleşemediği için iyice içine kapanmıştı. Colin zaten kendine olan nefretini aşamamıştı. Annabeth ve Gabe hâlâ kalede olsalar da pek ortalarda görünmüyorlardı. Ama küçük kızın gidişi en çok Kenneth’a koymuştu.
Isabel derin bir nefes aldı ve içmekte olan Kenneth’ın omzuna dokundu.
“Konuş benimle Kenneth,” diye fısıldadı omzunu sıkarak. “Böyle devam edemezsin.”
“Rahat bırak beni.” Kenneth bir silkelenmeyle yengesinin elinden kurtuldu. “Yalnız kalmak istiyorum.”
“Hayır. Yalnız kalmana izin vermeyeceğim.”
“Senden izin istediğimi sanmıyorum.”
Genç kadın bir iç çekti ve başını salladı. “Onu seviyordun değil mi?”
“Ona evlenme teklifi etmiştim,” diye fısıldadı Kenneth. “O’ysa sadece defolup gitti.”
Dudaklarını ısıran Isabel ne diyeceğini bilemiyordu. En sonunda arkasını döndü ve Colin’i bulmak üzere gitti. Yengesinin gittiğini anlayan Kenneth hızla önündeki şişeyi fırlattı. Ardından sendeleyerek ayağa kalktı. Onu bu durumdan kurtarabilecek tek şey güzel bir kadınla güzel bir geceydi.
Kenneth’ın durumunu konuşmak üzere Colin’i arayan genç kadın bütün kaleyi turlamıştı. Ancak Colin’den eser yoktu. Belki görmüştür umuduyla Annabeth’i bulmaya karar verdi. Misafir odalarından birine gittiğinde Annabeth’i nakış işlerken buldu.
“Annabeth?” diye sordu kafasını içeri uzatarak. “Müsaitsen girebilir miyim?”
“Ah evet elbette!” Elindekileri yanına bıraktıktan sonra üzerini silkeledi ve gülümsedi. “Benimde canım sıkılıyordu.”
“Şey… Aslında ben Colin’i soracaktım.”
Annabeth yüzünü buruşturdu. “Gabe’le ava çıktılar sanırım.”
Isabel anlayışla kafasını salladı. Annabeth sanki genç kadının konuşmak istediğini anlamış gibi gülümsedi.
“Benimle konuşmak istediğin bir şey mi var?”
“Yoo.”
Annabeth dudaklarını birbirine bastırdı ve kafasını salladı. “Kenneth nerede?”
“İçiyor. Yine.”
Esmer güzeli kadın bir iç çekti ve yerinden kalktı. “Bu sersemlerin hali ne olacak bilmiyorum.”
Annabeth üçüncü kardeş olmasına rağmen en mantıklı görünen o’ydu. En durgun, en sakin ve en olgun. Hatta Colin’den bile daha olgundu.
“Isabel,” diye mırıldandı Annabeth sessizce. “Sence de Colin’de bir tuhaflık yok mu?”
“Ne gibi?”
Kadın omuz silkti. “Onu hiç böyle görmedim. Sanki… Ölüyor gibi.”
“Nasıl yani?” Isabel nefesini tuttu.
“Yani…”
Bu sırada aşağıdan gelen seslerle iki kadın pencereye koşturdu. Kürkleri bir kenara ittiren Isabel aşağı sarktı. Kenneth Gabe’i yakalarından tutmuş sarsıyordu.
“Sen olmasaydın gitmeyecekti!” diye bağırıyordu Kenneth. Bu sırada askerler gelip ikisini ayırmıştı. Gabe, bir hafta boyunca hayatında hiç yemediği kadar dayak yemişti. Ama sesini çıkartmıyordu, çünkü Kenneth’ın içten içe o İngiliz’e değer verdiğini biliyordu.
Isabel kaşlarını çatmış manzarayı izlerken Annabeth esnedi. “Artık alıştık.”
“Bu halleri hiç hoşuma gitmiyor.”
Genç kadın derin bir nefes aldı ve pencereden çekilerek Annabeth’e döndü. “Ben gitsem iyi olur.”
Vedalaştıktan sonra hızla odadan çıktı. Daha önce çekindiği için gitmediği talim alanına gitmeye karar verdi. Colin’i orada bulacağını düşünüyordu.
Alana vardığında onlarca hatta yüzlerce çıplak erkeği bir arada görmek kadının yanaklarının kızarmasına sebep olmuştu.
Kolunun sertçe tutulmasıyla irkildi ve elin sahibini görmek için başını kaldırdı. Colin, öldürücü bakışlarını gözlerine odaklamıştı.
“Burada ne işin var?” diye tıslayan adam kan ve çamur içindeydi. Omuzları geniş, kaslarla dolu vücudu tuhaf şekilde aşağı indikçe küçülüyordu. Üzerinde deri kilt ve bir kılıçtan başka bir şey yoktu. Aman Tanrım erkek aynı bir ilah gibi görünüyordu! Genç kadın erkeği utanmazca süzdü. Ona dokunmak için yanıp tutuşuyordu ancak kendine engel oldu.
“Seni arıyordum,” dedi gözlerine bakarak. Üzerindeki krem rengi elbisenin kolu kirlenmişti ancak önemsemedi. Colin’in sıcaklığını çok özlemişti.
“Neden?”
Isabel dudaklarını yaladı. “Seni özledim.”
Kadının bunu bu kadar açıkça ve saklamadığı bir tutkuyla söylemesi erkeği şaşırttı.
“Ne içtin sen?” diye homurdanarak kadını sürüklemeye başladı.
“Bir şey içmedim, Colin.”
En güvendiği adam olan Micheal’a talimlere devam etmesi anlamında elini kaldırdı. Esmer adam hızlı bir baş selamının ardından diğerlerine döndü ve kılıç sesleri araziyi doldurdu.
“Isabel,” diyen Colin kadını bir ağacın altına çekti. “Adamlarımın arasına öylece dalamazsın.”
“Ben bir şey yapmadım ki.”
Colin, kadının kolunu bıraktı. “Biliyorum. Ama yine de-”
“Dinle Colin,” diye atılan Isabel adamın sözünü kesti. “İkimizde hatalar yaptık. Ama buna bir son vermek istiyorum.”
“İkimizde hatalar yaptık, ha? Söyler misin sen ne yaptın?”
Haklıydı. Hatta Colin iki kez hata yapmıştı, ancak Isabel Colin’e karşı asla yanlış bir harekette bulunmamıştı.
“İnsanlar ikinci bir şansı hak eder,” dedi Isabel kaşlarını kaldırarak.
“Evet. Ben ikinci şansımı da mahvettim.”
Bu konuda da haklıydı. Lanet olsun Isabel aralarını düzeltmeye çalışırken Colin ona hiç yardımcı olmuyordu! Colin’in sözlerine karşılık sadece başını eğen Isabel söyleyecek bir şey bulamamıştı.
“Bu konuyu sonra konuşalım, olur mu?” Colin adamlarına bir bakış attı. “Odana git.”
Ardından cevabını beklemeden talim yerine geri döndü.
Yorumlarınızı bekliyoruuum :D