“Seni mi!” diye çığlık atan Elizabeth elleriyle ağzını kapattı. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı.
Isabel’in konuşamayacağını anlayınca Colin araya girme ihtiyacı hissetti. “Isabel Schellden tam karşında duruyor.”
Genç kızın elleri yavaşça düştü. “Aman Tanrım.”
Isabel zorlukla ayağa kalktı ve dışarı çıktı. Colin tam kalkmak üzereyken Elizabeth onu kolundan tuttu. “O iyi mi?”
Erkek, bir süre kıza baktı. Ardından omuz silkti. “Sanırım. Şimdi izin verirsen gidip şu teselli konuşmalarımdan birini yapmam gerek.”
Elizabeth başını salladı ve kolunu bıraktı. Colin çadırdan çıkarak Isabel’e baktı. Genç kadın, ilerde bir ağacın altına oturmuş, dizlerini karnına çekmişti. Alnı dizlerine yaslıydı.
Kollarını göğsünde kavuşturarak yürümeye başladı. “Lanet İngilizler.”
Genç kadın tepki vermedi. Colin, yanına gidip oturduğunda tek yaptığı alaycı bir ses çıkarmak olmuştu.
“Sana Finn Barrett’dan uzak dur demiştim.”
“Seni dinleyecek değildim.”
“Dinleseydin keşke. Bak, babasıyla beraber seni arıyormuş.”
“Babamın beni sana verdiğini öğrenmeleri lazım,” dedi Isabel dişlerini sıkarak. “İngiltere’de hain olarak anılmak istemiyorum. Bunların hepsi babamın suçu!”
Colin kolunu genç kadının omzuna attı ve kendine yasladı. “Fazla kafana takıyorsun.”
Genç kadın hızla kafasını kaldırdı ve erkekten uzaklaştı. “Peşimde kana susamış iki herif var ve her şeyi yanlış biliyorlar. Söyler misin nasıl kafama takmam!”
“Hey,” dedi Colin tekrar genç kadına uzanarak. “Bu kadar korkmanı anlayamıyorum. Bana güvenmiyor musun?”
Isabel suskunluğunu koruyunca Colin şaşkınlıkla haykırdı. “Seni korurum kahrolası! Seni kimse benden alamaz. Seni bırakmam. Duydun mu beni? Şimdi rahatla ve-“
“Söylemekle olmuyor!” Genç kadın hızla ayağa kalktı. Gözleri yaşlarla parlıyordu. “Beni bırakmayacağını söylüyorsun ama hep bırakıyorsun!”
“Sus.”
“Yalan mı! Bu hataya bir kez düştüm Colin. Bir daha yapmayacağım!”
“Kapa çeneni!”
“Hayır! Susmayacağım! Bunları duyman gerek seni kadın düşkünü herif!”
“Ben kadın düşkünü değilim!”
Isabel nefes nefese dizlerinin üstüne çöktü. Hayal kırıklığı içinde Colin’e bakmayı sürdürdü. “Öylesin,” dedi acıyla. “Beni aldattın.”
“Hayır…”
“Beni o kadınla aldattın.”
“Sus lütfen.” Colin elleriyle yüzünü kapattı. “Lütfen. Lütfen.”
Isabel ıslanan gözlerini koluyla sildi. “Ağlamayacağım,” dedi güçlü çıkmasını umduğu sesiyle. “Senin için bir daha asla ağlamayacağım. Buna yemin ettim.”
Düştüğü yerden kalktı ve sendeleyerek tekrar çadıra yürüdü. Arkasında hüznüyle boğulan bir Colin bırakarak.
Adamlar hazırlanmış, erzakları ve kalan eşyaları atlarına yüklemişlerdi. Isabel ve Elizabeth ise derin düşüncelerin içindeydi. İki bayan bir ağacın gölgesine oturmuş, ne yapacaklarını düşünüyordu.
“İngiltere’ye dönecek misin?”
“Bilmiyorum,” dedi Elizabeth dudaklarını büzerek. “Ağabeyim ve babam seni öldürmeye fazlasıyla hevesli.”
Isabel anlayışla kafasını salladı. “Eğer buna mecbursan…” derin bir nefes aldı. “Eğer mecbursan-“
“Gitme vakti.” Colin sert bir sesle araya girdi. Isabel Elizabeth’e baktı.
“Bizimle geliyor musun? Yoksa İngiltere’ye mi döneceksin?”
Elizabeth Colin’e bir bakış attı. Sanki gelmek istiyor ama Colin’den çekiniyor gibiydi. Erkek, omzunu silkti. “Seni tek başına İngiltere’ye gönderemem. Bizimle gelebilirsin, birkaç gün kalırsın sonrada adamlarımdan biri seni sınıra kadar götürebilir.”
Elizabeth minnetle gülümsedi. “Teşekkür ederim.”
“Ama bir şartım var.”
Elizabeth hevesle kafasını salladı.
“İngiltere’ye dönünce babana şunu diyeceksin,” dedi Colin öne eğilerek. “Isabel artık Colin MacPherson’un karısı. Leydi MacPherson’u almaya tüm İngiltere gelse Colin yine de karısını vermeyecekmiş. Anladın mı beni? Harfi harfine söyleyeceksin.”
Genç kız ilk önce tereddüt etse de başını salladı. “Siz evli misiniz?”
Isabel Colin’den önce atıldı. “Hayır!”
“Şimdilik.”
Yorumlarınızı esirgemeyin lütfennn ^^ :D