Sürekli aynı tonda, aynı ritimde çalan bir ses. Beynimin içi onunla doldu. Dıt dıt dıt
Gözlerimi kırpıştırarak açtım. İlk gördüğüm şey beyaz bir tuğla. Etrafı gri metaller ile kaplanmıştı. Bu bir tavandı. Yüzümü buruşturdum. Ağzımda garip bir tat vardı. Onu yutmaya çalışırken, biraz zorlandım. Dudaklarımı araladım ve nefesimi verdim.
"Uyandı."
Annemin sesiydi. Kafamı kaldırmaya çalıştım. Onu görmek istiyordum. Ashton odanın diğer tarafından koşmaya başladı. "Ah kalkma."
Yanıma geldi ve sırtıma birkaç yastık koyarak, yatağımı kaldırdı. Şimdi odadaki herkesi ve her şeyi görebiliyordum. Calum ellerini göğüsünde bağlamış, odanın kolonuna yaslanıyordu. "Seni yeniden görmek güzel dostum."
Piç kurusu. "Tanrı henüz beni yanında istemiyorum."
Çocukların hepsi gülerken, annem yatağımın yanına geldi. Elimi tuttu. Ah, Tanrı'ya şükürler olsun elimi hissediyordum. Diğer boşta kalan elimi havaya kaldırdım ve yumruk yapıp açtım. Biraz elim kasılıyordu ama zamanla geçerdi. En azından öyle umuyordum. Annem elime yüzünü koyup ağlamaya başladı.
"Tanrım onu bize bağışladığın için minnettarım."
Babam, annemin omzunu sıvazladı. Diğer elimi annemin sarı saçlarında gezdirdim. "Anne, lütfen."
Yanımda oturan Ashton'a döndüm. "Ne zamandır buradayım?"
Luke ayağa kalktı. "Ben doktoru çağırayım."
Ashton dudaklarını yaladı. "Bir haftadır uyuyorsun Michael."
Şok olmuş bir şekilde baktım. Zihnim yeni yeni açılıyordu ve kafamı annemin ağlamasıyla doldurmak istemiyordum. Babam onu yanımdan çekip koltuğa oturttu. Ashtom güldüm. "Hayranlar delirmiş olmalı."
Ashton gülümsedi. "Dostum dışarıda bir ordu, seni bekliyor."
Kahkaha attım. Fakat bedenimin henüz buna hazır olmadığını anladım. Göğüs kafesim acımıştı. "Ah!"
Ashton ellerini koluma koydu. "Tamam belki de henüz gülmemelisin."
Doktor, odaya Luke ile beraber girdiğinde herkes ciddileşti.
"Uyanmanıza sevindik Bay Clifford."
"Teşekkürler." diye mırıldandım.
Doktor: "Öncelikle, eğer ameliy-"
Babam araya girdi. "Onları henüz konuşmadık."
Doktor kafasını salladı ve elindeki dosyayı açtı. "O zaman, bedeninizin düzgün enerji alması ve bir haftalık boşluğu tamamlaması için size bir liste, ilaç takvi-"
Sinirle konuştum. Benden bir şey gizleniyordu."Bana söylemediğiniz şey nedir?"
Calum kolunu çekti ve düz bir şekilde durdu. "Dostum lütfen sakin ol."
Annem yeniden ağlamaya başladı ve odadan çıktı. Çocukların hepsi babama bakıyordu. Lanet olsun, ne bok dönüyordu? Yoksa bacaklarım mı yoktu. Büyük bir korkuyla üzerimdeki örtüyü fırlattım. Üzerimde mavi ve beyazdan oluşan hastane elbisenin altında duran bacaklarıma baktım. Parmaklarımı hareket ettirebiliyordum. Yutkundum ve sağ bacağımı daha sonrasında sol bacağımı kaldırdım.
Tanrı'ya şükürler olsun sakat değildim! Babam elini saçlarına geçirdi. "Söyleyin."
Doktor, bana baktı. "Öyleyse, bir saat sonra gelip size gerekli açıklamayı yaparım."
Doktorun dosyasını kapatmasını izledim. Sinirle bizim çocukla baktım. "Sikicem neler oluyor!?"
Doktor ve babam aralarında konuşarak odadan çıktılar. Ashton, nefesini sertçe vererek ayağa kalktı. Luke saçlarını karıştırdı. Calum, kolunu kaşırken benimle göz teması kurmadı.
"Michael,"
Hâlâ kafası aşağıya doğru eğikti. Kimse yüzüme bakmıyordu. Birkaç günüm mü kalmıştı? Yoksa ölümcül bir hastalığa mı kapılmıştım? Kanser mi olmuştum? Lanet olsun, beynimi susturmam için biri artık bir şey söylesin.
"Evet?"
Calum, yüzüme baktı. Bir şey söyleyecekken vazgeçti. Arkasını döndü. Calum, odanın banyosuna girdiğinde Ashton bana döndü. "Bak bunun bir önemi yok tamam mı?"
Kaşlarımı çattım. "Neyin?"
Luke ellerini ceplerinin yanına koydu. "Hiçbir anlam ifade etmiyor."
İçim daha çok daralıyordu. Odanın içinde bir bilinmezlik kol gezdiyordu ve varlığı beni şimdi yere çivilemişti. Yatağın çarşaflarını sıktım. Calum elinde bir ayna ile geldi. Yatağıma doğru geldi ve tam önümde durdu. "Michael, sen hâlâ aynısın."
O an nefes aldığımı dahi hatırlamıyorum. Korkuyla elindeki aynayı aldım. Tanrım, ne olur düşündüğüm şey olmasın. Tanrım ne olur beni duy! Ne olur o ilahi gücün ile bunu engelle. Ne olur, sana yalvarıyorum.
Aynayı tam yüzümün önünde tuttum ve yansımama baktım. Nefes aldım ve yüzümü buruşturdum. Ağzımı korkuyla açtım. Hayır!
Gözlerimi yumdum, tekrar açtım. Aynı yansıma. Hiçbir değişiklik yoktu. Ellerim titremeye başladı. Görüntüm bulanıklaştı. Yüzümdeki yanıklar, çizikler, dikişler hepsi bulanıklaştı. Gözlerim doluyordu. Ama bunu izlemeye bile dayanamıyordum. Aynaya karşı bağırdım ve aynayı duvara doğru fırlattım. Neden? Lanet olsun neden bu cezayı hak ettim? Belki hiç kiliseye gitmedim ama bunu hak ettim mi?
Her sabah bu yüzü görmeyi hak ettim mi? Kırılma sesi ile kolumdaki o tüm o saçma şeyleri çıkartmak için hırçınlaştım. Çığlıklar atarak kendimi yataktan çıkartmaya çalışıyordum.
"Hayır! Hayır olamaz!"
Yumruklarımı sinirle yatağa geçirdim. Sanki her şey son bulacakmış gibi. Sanki her şey kazadan öncesine dönecekmiş gibi. Bütün hastahane sesim ile dolup taştı. Üç tane hemşire kollarımdan ve gövdemden tutarak yatağa yatırmaya çalıştılar. Sinir krizi geçirir gibi kalkmaya çalışıyordum. Bedenimin her yeri titriyordu. Bir hemşire kafamı tutup, yastıklara gömerken odadaki herkesin bana nasıl baktığını gördüm.
Herkes acıyordu. Kimse beni beğenmiyordu.
Koluma iğnenin girdiğini anlamayacak kadar beynim uyuşmuştu. Sıktıkları kolumu onlardan kurtarmaya çalıştım ama benden güçlülerdi. Şu an herkes benden daha iyi durumdaydı. Sonunda pes ettim ve yatağa yattım. Gözlerimden yaşlar akarken verdikleri sakinleştiriciyi bedenimin almasına izin verdim.
"Hayır, hayır!"
Güçsüz bir şekilde fısıldarken, hıçkırıklarım dinmiyordu. Gözlerimi kapatmadan önce yine o beyaz tavan ile göz göze geldim. Sadece dakikalar önce yaşadığım için şükrediyordum. Gözlerimi kapattım ve son gözyaşlarımı serbest bıraktım.
"Neden ben?" diye acizce fısıldadım.
Şimdi ise ölmeyi diliyordum. Keşke ölseydim.
Keşke ölseydim.