Valerie, tabağını iterken bana baktı. "Seni buraya getiren nedir?"
"Notun."
Gülümsedi. Ellerini tezgaha koyarken, gerçekten onun ne kadar güzel bir kız olduğunu yeniden içimden geçirdim. O mavi gözleri, sırıtmayan gözlükleri ve minik burnu ile her kadının olmak istediği bedendeydi.
"Bir not ile o küçük hücrenden çıkacak biri olmadığını ikimiz de biliyoruz."
Son lokmamı da yuttuktan sonra tabağımı ileri ittim. Gerçekten neden burada olduğumu bilmiyordum. Neden her şeyi unuttuğumu bilmiyordum. Neden farklı hissettiğimi bilmiyordum. Sadece istiyordum. Sadece onu görmek istiyordum ve geldim.
"Bilmiyorum."
Kaşlarını kaldırdı ve gözlüğünü çıkarttı. Üzerinde olan tişörte gözlük camlarını silerken, bana kısık gözlerle baktı.
"Çünkü yalnız hissediyorsun."
O an kabul edemediğim şeyin bu olduğun anladım. Bedenimin ve ruhumun savaştaşı şey buydu. Gerçek dünya ve karşı karşıya olduğumuz yerde savaştığım o soru buydu. Çünkü buna alışmak istemiyordum. Etrafımda her zaman insanlar olurdu. Konuşacak kişiler olurdu ama şimdi bile Calum'u zorla yanımda tutuyor gibi hissediyordum.
Sanki Calum benim yanıma her defasında bakıcılık yapmak için geliyordu. Sanki her defasında ölmemem için nöbet tutuyordu. Başımı eğdim ve parmaklarıma baktım. Yara izimin olduğu koluma baktım.
Bunu neden yapmıştım? Gerçekten ölmek istiyor muydum? Neden kendimi sürekli bir şeye hazırlıyordum? Neden bitirmiyordum? Sürekli kendime kızıyor, kendimi hayata kapatıyordum ama neden hiç bir şey yapamıyordum?
Size söyleyeyim: Güçsüz olduğum için değil. Hala içimde bir yerde umut olduğu için. Bu en güçlü duyguymuş. Beni her şeyden vazgeçirecek o umut kıvılcımını bekliyorum. Dışardan hiçbir şey yok gibi görünebilir. Evet çünkü öyle. Sadece görüntüm değişti.
Ama kendi içimde çizdiğim sınırlar canımı acıtıyor. Vicdanım ve kalbim sürekli beraberlerdi. Benim hakkımda konuşuyor, düşünüyor ve dövüşüyorlardı. Kendimi o an orada kararsız ve savunmasız biri olarak buluyordum. Sorun kaza sonucu değil, sorun bendim.
Kendimi seven biri olmadım. Hep bir neden arıyordum, bu kaza bunu bana sağladı. İçimdeki karanlığa düşmek için güzel bir nedendi. Yoruluyordum.
Sürekli içimdeki saydam camları geçmek için koşuyordum. Her, bu sefer başardım dediğimde o cama çarpışıyordum. Düşüyordum. Yeniden karanlığa düşüyordum. Bir öncekinden daha kötü kendime katlanamaz oluyordum. Ve yine o camı geçmek için ayağa kalktığımda, kendimi sevmek için, kendimi kabul etmek için, yaşamak için daha iyi bir neden aramak zorunda kalıyordum.
Bana yardım edebilecek kişi, yine bendim.
Valerie, çenemin altına parmaklarını koydu. Çenemi tutarak kafamı yavaşça yukarı kaldırdı. Gözlüğünü yeniden takmıştı. Hiçbir mavi göz bu kadar anlamlı olamazdı. Gözlerini bana odakladı. Ne yaralarıma baktı ne de yüzümün aldığı şekile. Sadece bana baktı. "Ama sadece hissediyorsun. Bazen, gözlerimize çektiğimiz perdeler ile etrafımızda olanları görmeyi reddederiz."
Kaşlarımı çattım. "Yalnız değil miyim?"
"Hayır, yanıma gelmendeki neden bile yanında birinin olduğunu hissetme ihtiyacı." Omuz silkti ve parmağını çenemden çekti.
"Her şeye rağmen yaşıyorsun ve hayat devam ediyor Michael. O hücrene sıkışarak daha ne kadar küçük bir delikten manzarayı seyredeceksin?"