Uf be, nasıl da özlemişim. İliklerime kadar özlemişim. Çok özlemişim. Bıraktığım yerden devam etmek nasıl da iyi hissettiriyor anlatamam. Aslında hikâyeden çok sizi özledim. Hepinizi, tek tek. Uzun uzun yorumları, okurken dünyanın en mutlu insanı olmayı... yaptığınız yorumlarda kaybolmayı, yolumu şaşırmayı. Ama şimdi buradayız. Bir yeni bölümüm var. Umarım hâlâ buna bölüm bekleyenler vardır, okurlar. Zalimce beş ay yazmadım, okunmayı hak etmiyorum, biliyorum. Ama istemediğimden değildi, uzun hikâye yazamamakla birlikte, çevre beni çok zorluyordu. Beceremiyordum. Umarım bu aradan sonra çok çok bölüm atabilirim. On beş tatilde elimden geleni yapacağım. Sizi çok özledim. Benimle olmanıza çok ihtiyacım var. inşallah buradasınızdır ve beni affedebilirsiniz.
SİZİ ÇOK SEVİYORUM! İyi okumalar...
Çok üşüyordum. Çenem titriyor, dişlerim birbirine çarpıp hiç hoş olmayan sesler çıkarıyordu. Donuyordum. Ve kendimi hiç ama hiç iyi hissetmiyordum. Her yerim ağrıyordu. Bedenimdeki acı ve ağrılar yetmezmiş gibi, bir de ruhani olarak kafam bulanık, yoğundu; bilincim tam olarak açık olmadığından algılayamadığım bir şey bana acı veriyordu. Korkuyordum. Uzun zamandır bu kadar korktuğumu hatırlamıyordum. Zayn sayesindeydi. Yanımda o olduğu müddetçe –ki zaten hiçbir zaman yanımdan ayrılmıyordu– kendimi dokunulmaz hissediyordum. Bana yıkılmaz bir güven veriyordu. Ama şimdi öyle değildi. Varlığını hissedemiyordum. Bu beni korkutuyordu.
Yavaş yavaş kendime gelmeye başladığımda, son yaşananlar gözümün önünden geçmeye başladı. Akbaba tarafından dayak yemiştim, amcam bize ve inandığımız her şeye ihanet etmişti ve hatırladığıma göre ölmek üzereydim. Şimdiye kadar ölmem gerekirdi muhtemelen. Neden ölmemiştim?
Üstümdeki soğukluk bir nebze geçtiğinde, gözlerimi açtım. Görüşüm ilk başta bulanıktı. Hiçbir şey seçememiştim. Birkaç kez gözlerimi kırpıştırdım ve her şey daha net bir hale geldi. Etrafa bakındım. Yattığım yatak haricinde etrafta hiçbir eşya görememiştim. Hemen karşımda bir pencere duruyordu. Ve arkası dönüp bir adam pencereden dışarı bakıyordu. Birkaç kez gözlerimi kırpıştırdıktan sonra bu adamı tanıdım: Amcamdı.
"Sonunda uyandın." Bana döndü. Gülümsüyordu. Bu gülümseme bana zerre samimi gelmemişti. Yüzüne tükürmek istiyordum. Eğer hareket etme yetisini kendimde bulabilseydim, kesinlikle doğrulup yüzüne tükürürdüm.
"Eskiden hiç uyumazdın, seni uyutamazdık. Beşikte sallar, kucağımıza alırdık; uyumazdın. Sürekli ağlardın. Hiçbir sorunun yoktu fakat gözyaşlarına boğulurdun." Somurttu. "O ses cidden rahatsız ediciydi. Huysuz bir çocuktun."
"En azından hain değilim ve hiçbir zaman olmadım." Kesik ve çatallı olsa da, ses çıkarabildiğim için mutluydum.
Biraz durdu. Rahatsız olmuşa benzemiyordu. "Gözü kara olmanı hep sevdim. Yaptığını hatırlamayacaksın belki, ama sen birinci sınıfa giderken ziyarete geldiğimde öğretmenlerinin yüzüne karşı ne hissediyorsan söylediğin ve bundan bir dakika bile şüphe etmediğimi öğrenmiştim. O zamandan beri bu özelliğini seviyorum."
"Haklısın, hatırlamıyorum." Doğrulmaya çalıştım. Ama bunun için yeterince güçlü değildim Yumruklarımı sıktım. Çaresiz olmaktan nefret ediyordum.
"Panzehir etkisini yeni yeni gösteriyor, hâlâ güçsüzsün. Dinlenmelisin."
"Bana ne verdiniz?"
"Ne gerekiyorsa onu verdik."
Başım zonklamaya başladığında, sinir yavaş yavaş bedenimi ele geçiriyordu. "Zayn nerede?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Legend Of The Night Owl
FanfictionGece Kuşu Efsanesi der ki: "Karanlık, vişne reçeli gibidir. Yemesi çok zevklidir ama eğer üzerinize bulaşırsa, bir daha asla geçiremezsiniz."