Merhaba, merhaba! Bu bölüm biraz kısa olmuş olabilir ama yapacak bir şeyim yok. Bir oturuşta yazdım çünkü. Bu hikayeden beklentilerim var ve oy ve yorumlarınızla beni mutlu ederseniz çok mutlu olurum.
@SevvalMalik: Bölümü sana ithaf ediyorum çünkü senin emrivakilerin olmasaydı asla yazamazdım. Umarım beklediğin gibi bir bölüm olur. Sevgiler, saygılar...
Sadece kitapçının yer aldığı küçük binanın çatısına, yağmur damlaları düşüyor ve sessiz sokakta, yağmur damlalarının sesi yankılanıyordu. Yağmur, ne kadar şiddetli olmasa da, insanların eve koşarak kaçacağı cinstendi. Tabii ben herkesin aksine, eve koşarak kaçacak biri değildim. Yağmur, bu kadar güzelken, insanların yağmurdan kaçmalarını anlamıyordum. Saçlarınıza yavaşça düşen yağmur damlaları, sizi korkutmak yerine mutlu etmeliydi. Çikolata yerken ne kadar mutlu oluyorsanız, yağmur yağarken de o kadar mutlu olmalıydınız. Yağmur, çok güzel bir doğa olayıydı ve insanlar bunu bir felaketmiş gibi görüyordu. Tamam, sel felaketinin yağmur sonucunda oluştuğunu biliyordum ama ben eğer öleceksem, yağmurun getirdiği bir şey tarafından ölmeyi tercih ederdim. Çünkü yağmur, hayatımda gördüğüm en güzel şeydi.
Saate baktığımda, dokuza gelmek üzere olduğunu gördüm. Cris, kitapçıyı on iki gibi kapatırdı ve onunla konuşmam gerekiyordu. Adam beni, sadece simsiyah bir kitabı sattığım için işten kovmuştu yahu! Bu kesinlikle adil değildi. Ve ben, kitaplar olmadan yaşayamazdım. Cris beni tekrar işe almak zorundaydı! Zorundaydı, tamam mı?!
Tüm cesaretimi toplayarak, kitapçının kapısını öne doğru ittim ve zil şangırdadı. İçeri girmeden zile, kötü kötü baktım. Kovulmama sebep olan adam, haklıydı. Bu zil sahiden de sinir bozucuydu.
İçeri girip kapıyı kapattığımda, etrafa bakındım ve kimseyi göremedim. Cris ortalıkta yoktu ama dükkân açıktı. Nasıl oluyor da burada hiçbir çalışan yokken dükkânı açık bırakabiliyordu? Gelip bütün kitapları çalsalar ruhu duymazdı herhalde. Tabii kimse kitapçıyı soymayı düşünmezdi. Bunu düşünecek yapıdaki tek insan bendim.
“Kitap nerede?” diyen sesi duyduğum an, olduğum yerde kalakaldım. Bu ses, Cris’in sesiydi ve birkaç kitap rafı öteden geliyordu.
Bir yumruk sesi duyduğumda kaşlarım çatıldı. Tamam, Cris kesinlikle birini dövüyordu ve ben ya buradan kaçacak ya da kimi dövüyorsa, dövmesine engel olacaktım. İçimdeki kahraman, yattığı yerden kalktı ve yüzüme bir tokat indirdi. Kitap kahramanları hep ne yapar? Birilerini kurtarır Juli! Şimdi sıra sende! Her kim dövülüyorsa kurtar onu, diye yüreklendirdi beni, içimdeki kahraman. Eh, haklıydı. Her kim dövülüyorsa onu kurtaracaktım!
Hızla rafların arasından dolandım ve seslerin en yoğun olduğu yerde durdum. Rafların arasına saklandım ve onların beni göremeyeceği ama benim onları görebileceğim bir yerde durdum.
Bir adamı, iki kişi kollarından kavramış ve hareket etmesini engelliyorlardı. Cris ise adamın önünde durmuş ona tiksinerek bakıyordu. Sanırım bulaşmamam gereken bir şeydi ama içimdeki kahraman uyanmıştı bir kere. Onu yüz üstü bırakamazdım.
“Sikerim seni de, adamlarını da! Kitabın yerini söylemeyeceğim,” diyen zavallı adama baktığımda büyük bir şok geçirdim. Bu, o kitabı benden alan ve kovulmama sebep olan herifti! Burnundan aşağı kan süzülüyordu. Gözlerinin önünde belirgin morluklar vardı ama yine de fazlasıyla cesur görünüyordu.
İçimdeki kinci taraf ortaya çıktı. Ona yardım etme. Bırak, zaten senin işten kovulmana sebep oldu. Dövülsün istediği kadar! Sen evine git ve uyu, dedi kinci tarafım. Kahraman tarafım, kinci tarafımla kavgaya tutuşurken –kesinlikle çok kitap okuduğum için deliriyordum– ben de ne yapacağımı düşünmeye karar verdim.
İçsel tarafımda galip gelen kahraman tarafım oldu ve bana yoğun bir baskı uygulayarak, adamı kurtarmaya ikna etti. Sorun şuydu ki, onu nasıl kurtaracaktım?
“Onu sıkı tutun, kaçmasın. Ben hemen geliyorum,” dedi Cris ve o, ortadan kaybolurken bana adamı kurtarmak için bir fırsat doğmuş oldu. Hemen kafamda bir plan yaptım. Aslında buna plan denemezdi. Hızla elime bir kitap alıp rafların arasından çıktım ve adamların birinin gözünün hemen ortasına kitabı fırlattım. İçimde büyük bir suçluluk vardı çünkü bir kitabı fırlatmıştım! O kitaba yazık olacaktı…
Baykuş Dövmeli, –onun adı artık buydu– onu tutan adamlardan birinin kolunu bırakmasıyla hızla yanındaki, kolunu tutan adamın yüzüne dirseği geçirdi. Ben onun o dirsek atmasının şokundan çıkamamışken, adamlardan kurtulduğu gibi yanımda bitti ve beni kolumdan tutarak kitapçının çıkışına doğru ilerletti.
Kitapçıdan çıktığımızda beni ara sokakların birine doğru yönlendirdi ve ıssız bir yerde durduğumuzda, kolumu bıraktı ve bağırmaya başladı. “Neden o herifin suratına kitap attın?”
“Bir şey değil,” dedim gözlerimi devirerek. Beyefendiyi dövülmekten kurtarmıştık ama o gelmiş bize mızmızlanıyordu. Keşke kinci tarafımı dinleseydim de bu sersemi öldürene kadar dövselerdi.
“Kendini filmlerde falan mı sanıyorsun?” dedi kaşlarını kaldırarak. “Burası gerçek dünya! Kimse kimseyi kurtarmıyor. Görevime engel oldun sen bücür!”
Kollarımı göğsümde birleştirdim ve ona kötü kötü baktım. “Umarım üzerinden tren geçecek olur ve seni kimse kurtaramaz. Bücürmüş… Ölürsün umarım.”
Bana düz düz bakarken kaşları havaya kalktı ve dudaklarının kenarları gerildi. Ağzından bir ‘hah’ sesi çıktı ve benimle göz temasını bozup sağına doğru bakarak, dişlerini göstererek güldü. Ardından sırıtmaya devam ederek bana baktı. “Sahiden mi Juliet? Az önce beni dövülmekten kurtardın ve şimdi de ‘ölürsün umarım’ mı diyorsun?”
“Seni kurtarmamam gerektiğini bilmiyordum,” derken içimdeki bir yanım, adımı hatırladığı için mutlulukla el çırpıyordu. “Ama ne yazık ki kurtardım ve şimdi de eve gidiyorum.”
Tam arkamı dönmüş gidecekken, şaşkınlıkla arkamı döndüm ve bana sırıtarak bakan Baykuş Dövmeli’ye ağzım açık baktım. “Sen az önce, seni kurtardığımı kabul ettin.”
“Eğer bunu birine söylersen, kesinlikle inkâr ederim,” dedi ve sonra elini saçlarının arasından geçirdi. “Ama evet, beni kurtardığını kabul ettim.”
“Her neyse, ben gidiyorum,” dedim arkamı dönerek. Birkaç adım atmıştım ki, sesi beni durdurdu. “Karanlık, artık daha da karanlık… Şimdi hiç güvende değilsin, Juliet.”
Onu duymazdan geldim ve yürümeye devam ettim ama o bağırmaya devam ettim.
“Adım Zayn,” diye bağırdı. “Bu adı unutma çünkü karanlık üzerine çullandığında, seni kurtaran kişi ben olacağım!”
Yürümeye devam ederken, saçmalıklarına güldüm. “Tabii,” dedim. “Ben de Marilyn Monroe ama çaktırmıyorum zaten.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Legend Of The Night Owl
FanfictionGece Kuşu Efsanesi der ki: "Karanlık, vişne reçeli gibidir. Yemesi çok zevklidir ama eğer üzerinize bulaşırsa, bir daha asla geçiremezsiniz."