Bölüm Zayn Malik ağzından anlatılmaktadır ve normal bir bölüm olmadığı için ithaf bulunmamaktadır. Medyadaki şarkıyı da dinlemeniz şiddetle tavsiye edilir.
^^Bonus lan, okuyun geçin asdfgh^^
Keşke Cadılar Bayramı Kâbusu, Cadılar Bayramı’ndaki performansını bir operasyonda da gösterebilseydi. İş ciddiye binince, insanların kalbine korku salmak yerine, kendi kalplerine korku salıp ortadan kayboluyorlardı. Sağ olsunlar, beni altı adamla tek başıma dövüşmek zorunda bırakıp kaçmışlardı.
Ve işte buradaydım. Kurtarmak istediğim adam gibi bir zindana tıkılmıştım. Buna ava giderken avlanmak da denilebilirdi. Tam bir geri zekâlıydım. Bu göreve çıkmadan önce Juliet’i bilgilendirmem ve onu da yanıma almam gerekirdi. Salaklık yapıp kendi bildiğimi okumuştum. Şimdi de cezasını çekiyordum.
Kim bilir sevdiğim kadından ne kadar süre ayrı kalacaktım…
Karanlıkta, gözüme parlayan bir şey takıldı. Parmaklıklarla ayrılmış, hemen yanımdaki zindandan gelen bir parlaklıktı bu gördüğüm. Parlaklığın neyden geldiğini anlayabilmek için gözümü kıstım ve anlayabilmem birkaç saniyemi aldı.
Zindanın içine sızan küçük ışık, bir kolyenin taşlarına çarpıp yansıma yapıyordu. Görebildiğimin kadarıyla hemen yanımdaki zindanda bir adam vardı ve elinde bir kolye tutuyordu.
“Hey,” dedim, karanlıklara karışmış adama. Bu adamın Robert Blackburn olma ihtimalini kafamda tartıp duruyordum.
Adamdan hiçbir ses gelmeyince, ne söylesem konuşabilir diye düşündüm. Pek konuşkan bir tipe benzemiyordu. Juliet’in aksine… Bu, babası olma ihtimalini düşürür müydü?
“Neden buradasın?” diye sordu uzun bir sessizliğin ardından. Derin bir nefes aldım. “Robert Blackburn için geldim. Görevim onu buradan çıkarmaktı; fakat pek başarılı olamadım.”
Alay edercesine güldü. “Hâlâ buradan çıkmamı önemseyen birileri var demek.”
Evet, Robert Blackburn oydu. Onunla bu kadar yakın olduğuma inanamıyordum. Juliet’in babasıyla bu kadar yakın olduğuma inanamıyordum.
“Sizi çıkarmak için benden iyisini bulmaları gerekecek.” Omuz silktim. Piçlik yapıp ekibimi bırakırsam böyle kalakalırdım işte. Kendime sövmeden edemiyordum. Geri zekâlılıkta derece yapmıştım.
Robert elindeki kolyeyi cebine attı. Kolyenin taşlarından yansıyan ışık tamamen kaybolduğunda, etraf daha çok kararmıştı. “Kurtarılmayı istemeye ve beklemeye hakkım yok evlat. Ben şansımı yıllar öncesinden doldurdum. Sahip olduğum tüm güzellikleri terk ettim. Yani bu zindanda çürüyüp gitmeyi hak ediyorum.”
“Ne yaptınız?” dedim. Tüm olayı biliyordum ama her şeyi bir de onun ağzından dinlemek istiyordum. Nasıl olsa burada geçirecek çok fazla zamanım olacaktı, onu dinleyerek hiçbir şey kaybetmezdim.
“İhanet ettim. Öldürdüm. Sayamayacağım kadar çok kötülüğe bulaştım. Ama hiçbiri, Hayley’i terk edip gitmemle kıyaslanamaz. Ona hem ihanet ettim, hem de kalbini paramparça ettim.”
Hiçbir şey söylemedim. Acaba Juliet’in varlığından haberi olsa ne yapardı? Ve sevdiği kadının öldüğünü bilse… Onun kalbini sadece parçalamamıştı, kalbine kocaman bir hançer saplamıştı.
“Eğer,” dedi bana dönerek. Karanlıkta bile seçilebilen, masmavi gözleri vardı. Juliet’inki gibi, bakmaya doyamayacağınız türden. “Sevdiğin bir kadın varsa, onu asla terk etme. Sonuçları katlanamayacağın kadar korkunç oluyor, bana güven.”
“Bu kadar korkunçsa neden O’nu terk ettiniz ki?” Gözlerimi kısmış, ondan gelecek cevabı bekliyordum. Bakışlarını gözlerimden kaçırdı. “Daha yirmili yaşlarımdaydım, ciddi bir ilişkiyi kaldırabileceğimi düşünmüyordum. Hayley’i bıraktığımda, onu unutacağımı sandım. Kolay olacaktı.” Birkaç saniye sustu ve bir şey söylemedi. Sonra devam etti. “Olmadı. Ona sırılsıklam aşıktım. Kimle olursam olayım, bunu göz ardı edemiyordum. Sonra dönmek istedim. Ona geri dönmek… Fakat bana engel oldular. Geriye dönme şansım yoktu, bunu sonradan anladım.”
“Elinizde tuttuğunuz kolye…” Kaşlarımı çatarak yüzünü seçebilmeye çalıştım. “Onun için miydi?”
Güldü. Acı bir gülüştü bu. “O efsanenin bir parçası değildi. Ne kadar, efsane hakkında benim kadar çok şey bilse de, karanlık, efsanenin parçası olan bir adam ile normal bir kadın birlikte olursa, kadının hep normal kalabilmesine müsaade ediyordu. Ona her şeyi anlattım. Baykuşumla bile tanıştırdım. Normalde baykuşlara isim takma gibi bir âdetimiz olmasa da, Hayley baykuşun adının Romeo olması konusunda ısrar etmişti. Eh, onu kırmadım tabii ki de. Baykuşlara olan büyük bir sempatisi vardı. Baykuşların da ona… Hiçbir baykuşun kanatlarını açıp bir kadına sarılmasına şahit olmamıştım. Hayley’i tanıyana kadar…”
Bu anlattıkları bana o kadar tanıdık geliyordu ki. Juliet… Baykuşumun kanatlarını açıp ona sarılmasının görüntüsü geldi gözlerimin önüne. O zaman hayrete düşmüştüm. Bir baykuşun, bir kadına sarılması olağan dışı bir şeydi. Bir baykuşun birine sarılması olağan dışıydı aslında. Ve Juliet, bir baykuşun bile sevgisini kazanmıştı. O, karşılaştığım en inanılmaz şeydi.
Düşüncelerimden sıyrılmamı sağlayarak konuşmasına devam etti. “Elimde gördüğün bir baykuş kolyesiydi. Onu Hayley’e verecektim. Eminim hiçbir zaman boynundan çıkarmazdı.” Kısa bir süre için duraksadı. “Fakat veremedim. Onu terk ettim. Hem de hiçbir şey söylemeden.”
“Bu çok… ibnece,” dedim dayanamayarak. Ona olduğu kadar kendime de diyordum bunu. Ben de Juliet’i terk edip gitmiştim. Kendime sayısız küfür ettim. Eğer buradan kurtulursam, gönlünü almak için her boku yapardım. Amuda kalkıp araba bile sürerdim yani.
Kaderimin Robert ile aynı olmamasını diledim. Bu daha çok benim elimdeydi, ama diledim işte. Geri dönmeliydim. Bir şekilde… Nasıl olacağı umurumda değildi. Dönmek zorundaydım.
Onu bulduğum yerde bir güzel öpecek, sımsıkı sarılacaktım. Dönmeliydim. Dönecektim de.
Ve döndüğümde, Juliet’i bir daha asla bırakmayacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Legend Of The Night Owl
FanfictionGece Kuşu Efsanesi der ki: "Karanlık, vişne reçeli gibidir. Yemesi çok zevklidir ama eğer üzerinize bulaşırsa, bir daha asla geçiremezsiniz."