mor şemsiye / 5. Bölüm

170 55 4
                                    

Susmak bazen en büyük erdemdir derdi annem ve ben hep konuşmaya, bağırmaya devam ederdim.

Annemin bana verdiği, benim her zaman kulak arkası ettiğim öğütlerin en zor zamanlarda karşıma çıkması inanılmaz bir durum aslında. Buna hayatım boyunca hep şaşırdım.

Evleneceğimi söylediğim zaman,

"Buna emin misin? Doğru düzgün tanımıyorsun bile, sadece tanıdığını düşünüyorsun. Evlilik dediğin şey kolay değildir. Sabır ister, yeri geldiğinde susmanı, yeri geldiğinde bağırmak istediğinde gülmeni gerektirir. Senin yapına uygun değil. Senin evleneceğin adamın, seni gerçekten çok sevmesi gerekir ki sana katlanabilsin." demişti, ciddi başlayıp son cümle de büyük bir kahkaha atarak. O an kahkahasının ardında ki endişeyi görmüştüm. Ama umursamamıştım. Devam etmişti ellerimden tutarak,

"Naz, babanla yaptığınız büyük kavgayı hatırlıyor musun? Nasıl inatçı davrandığını? Daha çok gençsin ve ben hata yapmanı istemiyorum. Evlilik babanla birbirinizi red etmeniz durumuna hiç benzemez. Lütfen tatlım, acele etmeni istemiyorum. Biraz daha sağlıklı düşünmeni ve doğru karar vermeni istiyorum."

"Ben eminim anne! Hayatım boyunca aşık olduğum tek adam ve ben ondan başkasını istemiyorum. Kararlarımdan bugüne kadar hiç pişman olmadım."

"Sana evlenme demiyorum ki sadece biraz daha bekleyin, daha iyi tanıyın birbirinizi istiyorum."

"Ayh ben anlatamıyorum derdimi! Paris'e gidiyor ve ..."

Sözümü keserek,

"Bu daha büyük bir durum zaten! Yanında hiçkimse olmayacak..." dedi.

"Şuan çok mu var! Babamın korkusundan benimle gizli buluşan ben miyim yoksa sen mi?"

Fazla kırıcı davranmıştım ve toparlaması zor olmuştu...

Annem haklıydı! Evlilik bana göre değildi, acele karar vermiştim ve şimdi geri dönüşüm yoktu.

Babamla yaptığımız büyük kavganın ardından, tüm hesaplarımı kapattığında da yine bugün olduğu gibi hata yapıp yapmadığımı sorgulamıştım. Sudan çıkmış balığa dönüp bir süre depresyona girmiş, annemin yapmak istediği yardımları geri çevirmiş ama toparlamıştım herşeyi. Dik durmam gerektiğini, herşeyin geçici olduğunu, mutluluk yolumda çıkan tüm engellere karşı koyacağımı ve batan gemiden kaçmadan kurtulabileceğimi söylemiştim kendime. Başarmıştım da! Yine başarabilirdim! Bunu yapabilirdim! Bunun için susmakla başlamalı ve doğru zamanda doğru cümleler ile kendimi ifade etmeliydim.

Genel olarak yorgun olduğum zamanlarda sağlıklı düşünemezdim. Ama bu kez tamamen yalnız olduğum için sanırım, başarabiliyordum.

Büyük bir kalabalıkta yalnız olmak... Tıpkı filmlerde olduğu gibi, seslerin çekildiği, zamanın durduğunu bize hissettiren sahneler gibiydi o an herşey.

Kerem'in omzuma dokunduğunu hissettiğim zaman tüm o karmaşık düşüncelerimden uyandım.

"İyi misin?" dedi.

Hayır değildim aslında, ama susmam gerekiyordu.

"Evet, iyiyim. Bana bir kahve söyleyebilir misin?" dedim ama bir barda olduğumuzu unutmuştum. Bu düşüncemi söylemeyi düşünürken, Kerem garsonu çağırmış ve bana kahve söylemişti çoktan. Sonra beni kendine çekip sarıldı ve saçlarımdan öpüp, hiçbir şey söylemedi. Ben de tepki vermedim.

Aylin ve Öykü gözlerimin içine bakıp susarken, gözleri ile bana yalnız olmadığımı her zaman yanımda olacaklarını söyler gibiydiler. Gülümsedim ikisine de. Tamamen yalnız sayılmazdım. Bir yanım çılgınlar gibi bağırıp ağlamak isterken diğer yanım çok daha sakindi.

Kerem kollarıyla beni tamamen sarmaladığında, kulağıma "seni çok sevdiğimi unutma sakın!" dedi fısıldar gibi. Kafamı hafifçe çevirip gözlerine baktım. Yemyeşil gözlerine... Beni her zaman baştan çıkaran, bana her zaman herşeyi unutturan o yeşil gözlere...

Hafifçe gülümsedim. Buruk bir gülümsemeydi bu. Canım acımıştı. Bu koca şehir de, bu koca ülke de yapayalnız hissetmiştim kendimi. Ondan başka hiçkimsem yoktu benim. Bunu nasıl unutabilirdi. Bunu nasıl fark edemezdi.

Birbirimizin gözlerine bakarken, garson kahvemi getirdi. Kahveyi önüme çekip, masanın üzerinde o an fark ettiğim şekerlerden aldım ve kahveme bolca şeker attım.

"Ne yapıyorsun, o kadar şeker atılır mı?" dedi Öykü şoka uğrayan yüz ifadesiyle.

"Şeker benim hayat felsefem! Şekersiz yapamam." dedim ve gülerek devam ettim.

"Ayrıca kahveye atılan şekerler beynin mutluluk hormanlarını çalıştırırken, aynı zamanda daha da dinçleşmeni sağlıyor."

"Hiç duymamıştım bunu." diyen Aylin muzipçe baktı bana.

"Attığı şekeri haklı çıkarmaya çalışıyor şuan." dedi Kerem gülerek ama aslında hafiften laf sokmaya devam eder gibiydi. Umursamadım. Umursamamalıydım. Ben de ona ne yaptığının farkındayım ama yemezler der gibi baktım.

"Bir filmde duymuştum bunu, mantıklı gelmişti bana." diyerek itirafta bulundum.

Herkes bu sözlerime gülerken sanki kavgaya devam etmediğim için teşekkür eder gibiydiler. Rahatlamışlardı. Anneler her zaman haklıdır değil mi?

"Louvre Müzesine gideceğimize göre kendimi kafein ve bol şeker ile toparlamalıyım!"

Aylin bana "Aferin kız, süpersin" der gibi baktı.

Kerem hafifçe kolumu sıkarak "Başka zaman gideriz." dedi.

"Sen de alemsin! Kız gitmek istese laf ediyorsun, istemese laf ediyorsun" diye Kerem'e çıkıştı Aylin.

Yürü be Aylin süpersin dedim içimden.

"Sen defalarca gezmişsin zaten, yorgunsan ben kızlarla tek gidebilirim." dedim. Şimdi sıra bendeydi. Kozlar elime geçmişti. Her zaman güç yer değiştirirdi ne de olsa.

Dişlerini sıkıp, kendisini gülümsemeye zorlayarak öyle bir bakış attı ki bana; dakikalar öncesinde olsa beni yerime yapıştırırdı ama şimdi herşey değişmişti. Başına elma düşen Newton gibiydim. Aydınlanmıştım ve artık beni oturduğum yere yapıştıramazdı. Beni buna dönüştüren kendisiydi. Bu yüzden sen böyle davranırsan ben de böyle yaparım der gibi baktım.

Annemin evliliğin bana göre olmadığını düşünmesinin tek sebebi elbetteki yalnızca inadım değildi. Ben başıma buyruk, asla kısıtlanmaya, emir almaya gelemeyen biriydim ve Kerem farkında olmadan o Naz'ı geri getirmişti. Dürüst olmak gerekirse, Kerem'in evlilik teklifi yaptığı günden bugüne verdiğim kararlara bakınca, eski halimden çok da eser kalmamıştı. Onu yine kaybederim korkusunu belki de bilinçaltımda taşıdığım için farkında olmadan o şekilde davranıyordum. Her söylediğine evet demek ve yapmak gibi. Ben onun kölesi olamazdım! Böyle şeyleri de asla kabul edemem. Karşılıklı anlayış ve karar vermeler ile bu şekilde yapılan baskıların arasında çok ince bir çizgi olduğu gerçeğini unutmamak gerekir.

"Bence de Bay Huysuz sen gelme! Biz kız kıza takılırız. Daha çok eğleneceğimiz kesin." dedi Aylin. Kendinden fazlasıyla emin bir şekilde arkasına yaslanırken, bana da göz kırpmayı ihmal etmemişti.

"Katılıyorum. Bu yüz ifadesi ile geleceksen gelme! Naz'a gezdirmek istediğimiz, anlatmak istediğimiz çok şey var." dedi Öykü de.

İnanılmaz mutluydum. Önce ki mutsuzluğum yerini mutluluklara bırakırken, ben de aramızdaki bu kadın dayanışması ile rahatlamıştım. Kızlarda benim yanımdaydı ve Aylin'in tabiriyle "Bay Huysuz" olan kocacığım, anlamsız bir şekilde bana daha çok, hatta sımsıkı sarıldıktan sonra,

"Onu doldurmanıza izin vereceğimi sanıyorsanız boşuna. Ben de geliyorum." dedi.

"Buna hiç ihtiyacımız yok! Sen kendi varlığınla bunu başarabiliyorsun zaten!" diyen Aylin karşısında kendimi daha fazla tutamayıp gülmeye başladım. Ben gülünce onlar da güldü.

Aslında dönüp yüzüne söylemek istediğim çok şey olmuş olsa da susma politikama devam ediyordum. Nasıl olsa bunları rahatça dile getireceğim gün elbette gelecekti.

mor şemsiyeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin