mor şemsiye / 11. Bölüm

143 45 2
                                    

Eyfel Kulesi'ne gün batımında çıkmanın keyfi paha biçilemez! Tüm Paris ayaklarınızın altındayken, elinizi uzatsanız kızıl rengi gökyüzüne dokunabilecekmişsiniz gibiyken, anladığım bir şey vardı ki, o da, artık Kerem'e güvenmem gerektiğiydi. Amacı beni köleleştirmek değildi!

Saçma düşüncelerimin rüzgarında böylesine savrulmamalıydım! Onun tek istediği benim mutluluğumdu. Gittiğimiz her yeri hissetmemi istiyordu ve bu, bir kadının başına gelebilecek en güzel şeylerden biriydi.

***
Pazar günü evden çıkmak istemedim, çünkü Kerem Pazartesi işe başlıyordu ve ben evde dinlenmesini istiyordum. O her ne kadar sorun olmadığını söylese de dinlenmeye ihtiyacı varken, ben, bunu ona yapamazdım. Sonuçta bir Pazartesi sabahı, işe gitmenin nasıl bir işkence olduğunu biliyordum.

"Ben kendim gezerim bu hafta, her yeri öğrendim. İneceğim durağı ve evin yolunu biliyorum."

"Emin misin kaybolmayacağına? Yine tinerci gibi davranmazsın umarım." derken baya katıla katıla güldü.

"Gıcık! Kaybolmam merak etme sen. Hem bu şehre dil öğrenmeye tek başıma da gelebilirdim. Çok abartıyorsun! Çocuk değilim sonuçta." kaşlarım çatılmıştı. Sinirlenmiştim çünkü.

"Kaşlarını çatma! Çok çirkin oluyorsun!"

"Sen de beni sinirlendirme o zaman! Salak değilim, kafam çalışıyor."

"Buna lafım yok, zeki olduğunu biliyorum ama tedbiri elden bırakmamak lazım."

"Abartma! Neyse ben odaya gidiyorum, geçen gün yerleştiremediğimiz eşyaları da yerleştirip kaldıracağım." bu sözleri söylerken çoktan ayağa kalkmıştım.

"Gel buraya." dedi ve elini uzattı. Elinden tuttum, beni kendine çekip öperken, ben salıncak da sallanıyor gibiydim.

***

Eşyaların arasına dalmış, son kalan iki bavulu boşaltıyordum. Birden bire elime french press geldi.

Yıllar önce doğum günümden sonraki ilk buluşmamızda Kerem hediye etmişti bunu. Doğum günü hediyesi miydi yoksa öylesine görünce aklına mı gelmiştim de almıştı, hala bilmiyorum.

Bir anda elindeki paketi bana verip, "Bunu senin için aldım" demişti.

Heyecanla paketi açıp da o çok istediğim french pressi görünce mutluluktan olduğum yerde zıplamış ve boynuna atlamamak için kendimi zor tutmuştum.

"Kahveyi çok sevdiğin için aldım." diye devam etmişti. O an istediğim tek şey ona sarılmakken yapamamıştım ve eve gittiğim zaman bunu Ada'ya anlattığım da,

"Ne salaksın! İnsan bu fırsatı kaçırır mı? Sarılsaydın ya!" demişti.

Haklıydı. Salaktım! Ben hiçbir zaman cesur davranamamıştım ne yazık ki. Belki benim yerimde başkası olsaydı, çok daha uzun zamandır birlikte olmuş olurdu onunla.

Daha sonra bambaşka bir anımızı canlandıracak şey karşıma çıktı! Küçük Prens!

Doğum günü hediyesi olarak bunu, ona, ben almıştım ama ne yazık ki doğum gününden tam 1 ay sonra buluşabilmiştik. Bu da onu son gördüğüm gündü!

Kerem'e kitabı verdiğimde şok geçirerek "Bu nereden çıktı?" diye sormuştu. Ben de "Küçük Prensi çok seviyorum o yüzden sana da aldım." demiştim. Yüzündeki iyi mi yoksa kötü mü olan ifadeye anlam verememiştim.

İçine yazdığım şeyi okuduğunda yüzünde tarifsiz bir gülümseme ile "Odamda bir şey var, resim gibi. Onu sana maille atarım yarın." demiş ve kitabı çantasına atmıştı. Ne demeye çalıştığını o an hiç anlamamış, her ne kadar merak etmiş olsam da hiçbir şey söylememiştim. Ancak ertesi gün saatlerce maili beklemiştim.

Ben kitabı uzun zaman önce aldığım için, içine ne yazdığımı unutmuştum! Çünkü öylesine kararsız kalmıştım ki ne yazacağım konusunda. Sembollerle duygularımı anlatacak bir alıntı olmalıydı.

Ertesi gün Kerem, konu kısmı "Odamdan :)" olan bir mail göndermişti. "Sana bahsettiğim resim bu." yazılı ve mail ekinde Küçük Prens'in bir resmi ve üzerinde yazan Fransızca bir cümle!

Ne olduğunu sorduğumda "Tahmin et." diye cevap vermişti. Ben de google translate ile çevirirken jetonum ilk kelimeden düşmüştü ve hemen Facebook'tan Kerem'in duvarına girip teyit etmiştim!

Biz buluşmadan günler belki de haftalar önce Facebook hesabından bu yazıyı Fransızca olarak paylaşmış, hatta bir arkadaşı da Türkçe çevirisini yorum kısmına yazmıştı. Ama ben Küçük Prens'ten olduğunu nedense anlayamamış olduğum gibi farkında olmadan da aynı cümleyi de kitabın içine Türkçe -haliyle tabii yazmıştım!

O an hatırlamıştım, Tilki'nin Küçük Prens'e söylediği o meşhur sözü kitabın kapağına yazdığımı!

"İnsan yalnız yüreğiyle doğruyu görebilir. Asıl görülmesi gerekeni gözler göremez."

Belki onun paylaşımından önce belki daha sonra kitabı alıp, yazıyı yazmış ve unutmuştum. Ama karşıdan bakınca sanki oradan kopya çekip yazmışım gibi duruyordu. Oysa ki o an tüm parçaları birleştirmemi sağlayan tek şey, unutma yeteneğimin olmayışı ve bazen geç hatırlıyor olmamdan ibaretti. Ve aşk tesadüfleri sever derken ne denilmeye çalışıldığını da işte o zaman anlamıştım...

Elime geçen eşyalarla anılar denizinde kaybolmak güzeldi. Kimisi hüzünlü kimisi neşeli...

O günün sonunda vedalaşırken geçmişte yapamadığımı yapıp sarılmış olsam da bana evlenme teklifi ettiği güne kadar bir daha hiç görmemiştim Kerem'i...

Sonsuza dek bir daha göremeyeceğimi düşünürken karşıma çıkıp, beni dünyanın en mutlu insanına dönüştürmüştü.

Yüzümde oluşan o aptal gülümseme ile çok uzaklardayken Kerem geldi.

"Neye gülüyorsun?"

"Bak neler buldum!" dedim hala gülümserken. Anılarımızı oluşturan Küçük Prens ve french pressi gösterdim.

Gülümsedi ve alnımdan öptü.

"Güzel günlerdi" dedi.

"Sen onu bir de bana sor! Beni sevip sevmediğini bir türlü anlayamadığım için sinir oluyordum."

"Unut bunları, artık birlikteyiz. Önemli olan bu!"

Hiçbir şey söylemedim. İçimde iyi kötü hiçbir his de oluşmadı. Sanırım geçmişte bana hissettirdiklerinden dolayıydı. Saçma ve anlamsız oluşan boşlukla, anılarımızın birer parçası olan eşyalara baktım ve gülümsemeye devam ettim.

mor şemsiyeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin