Keskin bir sabun kokusu duyumsarken, başım inanılmaz ağrıyordu. Yavaşça gözlerimi açtığımda karşımda henüz on iki, on üç yaşında bir kız çocuğu vardı. Saçını kapattığı eşarba inat fırlamış birkaç siyah saç tutamı... Deniz mavisi gözler ve bembeyaz bir ten...
Gözlerimi açtığımı fark edince zayıf bedenine inat neşeyle gülümsedi.
"Benim adım Leyla. İyi misin? Benden istediğin bir şey var mı?" diye bozuk bir İngilizce ile soruları sıralayıp tuttuğu elimi bıraktı.
"Teşekkür ederim." derken doğruldum.
Sersem gibiydim.İnanılmaz mide bulantısı ve baş ağrımı daha da arttırmaya istekli keskin bir gün ışığı pencereden içeri süzülüyordu. Küçük bir odaydı. Çift kişilik yatağın hemen yanında iki kapılı bir dolap, yatağın tam karşısındaki duvara asılmış bir Afgan halısı vardı. Her yer tertemizdi.
Ben odayı incelerken Leyla da beni inceliyordu.
"Ben sana adımı söylemedim. Affedersin. Naz ben." dedim.
Nasıl bir duru güzellikti bu! İnsan bakmaya doyamıyordu.
"Neredeyim ben? Pierre burada mı?"
"Burası bizim evimiz. Patlama olunca bayıldın. Büyükbabam da arkadaşlarını görünce bize gelmenizi istedi."
Gülümseyip, yanağını okşadım. Çok iyi konuşamadığı İngilizce ile bana olanları anlatmaya çalışırken öylesine sevimliydi ki. Benim yanağını okşamam ise çok hoşuna gitmişti. Yanakları hafiften pembeleşirken elimden tuttu tekrardan. Yataktan kalktım ve Leyla'dan beni Pierre'in yanına götürmesini istedim.
Avludaydılar. Bu sıcakta içeride oturmak imkansızdı!
Hepsi beni görünce ayağa kalktı.
"İyi misin?" dedi Pierre.
"Evet iyiyim."
"Bu Halit. Onun kapısının önünde bayıldın diyebilirim. Seni taşırken koşmamız imkansız olduğu için kapılarını bize açma nezaketini gösterdi."
"Teşekkür ederim." dedim Halit'i başımla selamlayarak. Elimi sıkmayacağını biliyordum. Bu ülkede erkeklerin elimi sıkmayacağını öğrendiğimden bu yana günler geçmişti.
"Bu insanlık görevi, teşekküre lüzum yok." dedi.
Yerimize oturduğumuz an, kırklı yaşlarında bir kadın yeni demlenmiş mis gibi bir çay getirdi.
"Leyla sizin torununuz sanırım." dedim. Bu sırada Leyla da büyükbabasının yanına çoktan oturmuştu.
"Evet" dedi bembeyaz saçlı Halit. Yüzünde yılların yorgunluğu vardı.
"Çok güzel, maşallah." dedim.
Halit gülümseyerek, "Sen müslümansın değil mi?" dedi.
"Evet."
"Yabancılar maşallah demeyi bilmezler."
"Dini bir şey olduğu için olmalı."
"Olabilir. Müslümanlar her ne kadar farklı coğrafyalarda ve farklı ırklarda olsalar da yine de temelde aynı kültüre sahipler."
"Doğru, çok haklısınız."
Bu sözleri söylerken Leyla'ya gülümsedim. O da utangaç ve kaçamak bir bakışla gülümsedi bana.
Keremle evliliğimiz bitmese belki bizimde Leyla gibi bir kızımız olabilirdi. Babasının yeşil gözlerini alan bir kızımız...
"Leyla'nın anne babası burada değil sanırım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
mor şemsiye
Adventure"Bana bir zamanlar hayallerinin peşinden git diyen... Hayat silgi kullanmadan resim çizmeye benzer diyen... Ve... Unutmayacağım diyen ama fazlasıyla unutan adama... " Aşkın, batının ve ortadoğunun çelişkilerini, büyük hayalleri ve en önemlisi kad...