Gözlerimi pis kokan bir odanın içinde açtığımda tek başımaydım. Doğrulmaya çalışırken canım acıdı. Bu yüzden kalkmamaya karar verdim. Kurumuş kanın etkisiyle sertleşmiş gömleğimi sıyırıp karnıma baktığımda, yaramın temizlenmiş ve pansuman yapılmış olduğunu gördüm.
Gözlerimi tekrardan kapattım. Tepki vermeden önce biraz düşünmeliydim.
Önce neden durmadan Harry Potter gibi düşüp bayıldığımı sorguladım. Çocukken okuduğum ve çok sevdiğim Harry Potter serisinde Harry'nin de benim gibi durmadan olayların en alevli yerinde gözleri kararır ve bayılırdı.
Harry için bilemem ama benim için olay korkudaydı sanırım.
Son günlerde olan bayılmalarımı bir kenara bırakırsak, daha önce yalnızca bir kez bayılmıştım.
Yıllar önce lisedeyken, bir gün tüm arkadaşlar toplanmış ve luna parka gitmiştik. Hatta Selma'da peşime takılmıştı.
Hep beraber gondola bindiğimizde düşmememiz için kemer gibi olan demirlerin salladığını fark etmiştim. Kendimi inanılmaz güvensiz hissetmiştim. Gondol giderek hızlanıyordu ve her tepeye çıkışımızda aşağıda yer alan çarkları ve makineleri görüyor, içine düşeceğimi sanıyordum. Sonrası karanlıktı.
Bilincim yerine gelmeye başladığında Selma'nın koluma yapışmış ellerini ve "Abla lütfen uyan, ben de korkuyorum." demesi, arkadaşlarımın "Arkadaşımız bayıldı, durdurun şunu!" sesleri...
Gondol hala sallanmaya devam ederken ayılmış, bilincimi tekrardan kaybetmeme saniyeler kalmışken de gondol durdurulmuştu.
Yavaşça, yarama zarar vermeden doğrulmaya çalıştığımda karşımdaki manzara karşısında tekrar bayılabilirdim.
Hapishane hücrelerine benzeyen, duvarları küften dökülmeye yüz tutmuş, her yerin tozdan ve pislikten geçilmediği bir oda... Eşya olarak var olan tek şey beni yatırdıkları yataktı. Demirden bir kapı ve tavana çok yakın küçük, paslı, demir parmaklıklı bir pencere.
Neredeydim?
Demir kapının gürültüyle açıldığını duydum. Tüm korkular bedenimi ve ruhumu sararken nefesimi tuttum.
Üzerinde bir kandura ve başına sardığı bir kefiye; uzun siyah sakalları ve gözlüğü ile gülümseyerek içeri giren adamın arkasında silahlarla sarmalanmış en az üç kişi vardı.
Oturduğum yatakta hiç oynamadan sadece onlara baktım.
Adam bana yaklaşırken, 'Allah'ım lütfen tecavüze uğramayayım. Lütfen Leyla'ya yapıldığı gibi beni de alnımın ortasından vursunlar. Lütfen!' diye geçirirken adam önümde durup diz çöktü.
"Merhaba, benim adım Molla Mesut." dedi gözlerimin içine bakarak.
Sadece gözlerine baktım ben de, cevap vermedim. Babamın askeri eğitimlerinin burada pek işe yarayacağını sanmıyordum. Daha önce de sadece kızlarımın ölümüne yol açmaktan başka bir işe yaramamıştı zaten.
Bir anda arkasını dönüp Arapça mı yoksa Farsça mı bilmediğim bir dil de kapıda duran adamlara bir şeyler söyledi. Adamlardan biri elindekileri Molla'ya uzattı. Molla adamdan aldığı kıyafetleri yatağın üzerine koyup,
"Bunlar temiz kıyafetler. Üzerindeki kıyafetler oldukça kirli." dedi.
Bana kendini sevdirmeye mi çalışıyordu, derdi neydi bu adamın?
"Ne istiyorsun benden?" diyebildim sonunda.
"Sadece bilgi." Gülümseyerek söylemişti bu sözleri de.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
mor şemsiye
Adventure"Bana bir zamanlar hayallerinin peşinden git diyen... Hayat silgi kullanmadan resim çizmeye benzer diyen... Ve... Unutmayacağım diyen ama fazlasıyla unutan adama... " Aşkın, batının ve ortadoğunun çelişkilerini, büyük hayalleri ve en önemlisi kad...