İstinasız tüm insanların aklında bir uçma sevdası vardır. Pamuk gibi bulutları yukarıdan süzülürken izlemek istemişlerdir. Belki de uçmak insanlara özgürlüğü anımsattığı için hayallerinde büyük bir alanı kapsıyor. Ama peki uçmak gerçekten de özgürlük müdür? Yoksa sadece büyük bir kafesin en üst kısmında çırpınmak mıdır?
Ayla'nın da hayaliydi uçmak. Şu an uçmuyordu ama bulutların üzerindeydi. Helikoptere benzeyen ama ondan biraz farklı olan tuhaf bir araçla bilmediği bir yere gidiyordu. Araç epeyi yüksekten uçuyor, bulutlar ona uzaktan selam veriyordu. Bu durum ona hiç hayal ettiği gibi hissettirmiyordu. Özgürlüğü hissetmesi gerekirken içinde bulunduğu büyük kafesin git gide daraldığını ve onu boğduğunu hissediyordu.
Hayatı normal(!) bir şekilde sürüyorken bir anda bu duruma gelmiş, her şey bir anda gerçekleşmişti. İşin tuhaf yanı şuydu ki; olanlar ona normalmiş gibi geliyordu. Bu olanlar sanki daha öncede olmuştu. Dejavu denilebilinirdi buna ama o biliyordu ki bu dejavudan daha fazlasıydı. Belki de tüm bu olanlar beyninin karanlık odalarına hapsedilmişlerdi ve teker teker serbest kalıyorlardı. Şimdilik bu, ona daha mantıklı gelmişti.
*******
Araçları görenleri adeta büyüleyecek geniş bir çayıra iniş yapmıştı. Ayla yavaş ve ürkek adımlarla araçtan indi. Tepelerindeki onlara parıltılarını sunan güneşin etkisiyle gözlerini kısarak etrafına bakındı. Etrafta yeşilin, neredeyse, her tonu vardı. Çiçekler küme küme toplanmıştı. Pembe, mor, turuncu, beyaz... Her renkten çiçek vardı burada. Bu güzel ortamı dağlar ve tepeler çevrelemişti. Bu ortamın güzelliğini hissettirmek için hafiften esen rüzgâr Ayla'nın yüzüne soğuk buseler konduruyordu.
Nerede olduğunu tam kestiremediği su, insanın içini rahatlatan şarkısını büyük bir coşkuyla mırıldanıyordu. Bu güzel sesin kaynağını görmek için etrafına bakındı. Tam arkasında görenleri dehşete düşürecek ama aynı zamanda da büyüleyecek oldukça büyük bir şelale duruyordu. Suyun döküldüğü kısım bulundukları yerden görünmüyordu bile. Akarsu yatağı, şelalenin döküldüğü yerden sonra yavaş yavaş yükseliyor ve yoluna devam ediyordu.
Murat'ın sesi Ayla'nın kendisine gelmesini sağlamıştı. "Ayla incelemen bittiyse gitmemiz gerekiyor."
"Burası büyüleyici bir yer."
"Öyledir." dedi Seda buranın hayranı olduğunu belirten bir sesle. Kim bu manzarayla büyülenmez ki?
Murat ise sadece gülümseyerek karşılık verdi. Bundan sonra olacakları az çok bildiği için fazla mutlu olamıyordu. Murat fazla beklemeden dağlardan birine doğru yürümeye başladı. Ayla yavaş adımlarla, etrafını inceleye inceleye abisini takip etti. Ortamın büyüsüne o kadar kapılmıştı ki aracın gittiğini bile fark edemedi. Dağlardan birinin yamacına geldiklerinde Murat durdu.
"Ayla, geri çekil."
Abisinin sözünü ikiletmeden, meraklı bakışları abisinde kilitleyerek geri çekildi. Murat dikkatli adımlarla dağdaki taşlardan birinin yanına gitti. Cebinden bir eldiven çıkartarak taşın üzerini temizledi. Beyaz olan eldiveni kırmızı olmuştu artık. Eldiveni, kırmızıya boyanmış yerler cildine değmeyecek şekilde çıkarttıktan sonra bir poşete koydu.
"Eldiven neden kırmızı oldu Seda abla?"
Seda bakışlarını Murat'tan ayırmadan cevap verdi.
"Mekân dağın içinde ve yeraltında olsa da içindeki cihazlar yüzünden etrafa sinyal yayıyor, manyetik bir alan oluşturuyor. Taşın üzerine dikkatlice serpilmiş bu kırmızı toz, oluşan manyetik alanın başka cihazlar ya da yaratıklar tarafından anlaşılmasını engelliyor. Eğer abin o tozu silmezse kapıyı açamaz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akuamarin: Arayış
Bilim KurguHer zaman teknoloji bundan daha ileri gidemez demişizdir. Peki ya daha önceleri bile teknoloji çok ilerideyse? Farklı milletlerden olan bilim insanlarından oluşan bir örgüt yaptıkları ve buldukları şeyleri insanlardan gizliyorlardı. Bu gizemli örgü...