Olivia
New York'tan buraya sadece kıyafetlerimiz ve kişisel eşyalarımızla gelmiştik. Büyükannemin evindeki mobilyaları ve diğer eşyaları kullanacaktık. Ya da annem tüm o eşyaları okyanusun diğer tarafına taşımak istememişti. Bilemiyordum ve umurumda da değildi.
Yukarı kattaki yatak odalarından birini almıştım, hangisi olduğunu da önemsemiyordum. Bir odam olması yeterliydi. Zaten burada uzun süre kalmayı da planlamıyordum. En azından Londra'da bir iş bulabilmeyi umuyordum. Holmes Chapel çevirmenlik yapacağım son yer olurdu. Kime neyi çevirecektim ki?
Çift kişilik yeni yatağımın üzerindeki tüm giysileri yeni büyük ahşap dolabıma yerleştirdikten sonra kendi kutularımdan süs eşyalarımı çıkarmaya başladım. Odaya kendi ufak dokunuşlarımı yapmamın sırası gelmişti. Baş ucu kitaplarımı sağ taraftaki komodinin üzerine koydum hemen. Not defterlerimi, renkli kalemlerimi ve ufak masa lambamı çıkarıp, pencerenin önündeki büyük masaya yerleştirdim. Bu evdeki her şey büyüktü, yeni fark ediyordum. Ayrıca her şey antik ve kırılgan görünüyordu. Sanki sadece orada bulunmak için varlardı, kullanılmak için değil.
Koridorun diğer ucundaki odadan müzik sesleri geliyordu. Aramıza koca bir koridor koysam da ikizlerin gürültülerinden kaçamamıştım. Onları azarlamak için hızla kapıya yürüdüm ama sonra vazgeçtim. Neye yarayacaktı ki? Merdivenlere ilerlerken kapılarına astıkları büyük posteri gördüm. Gözlerimi devirmekten başka bir şey yapmadım.
Aşağı indiğim sırada kapının zili çaldı, ben varmadan annem kapıyı açmıştı bile. Verandada sarışın bir kız duruyordu, elinde kocaman bir paket tutuyordu. Onu postacı sanıp ilgilenmedim ama mutfağa ilerlerken saatin posta için çok geç olduğunu düşündüm.Bu sırada annem kızı içeri davet etmişti. Birlikte mutfağa girerlerken ben neredeyse boş buzdolabında yiyecek bir şey arıyordum. Kapağın üstünden gelen yabancı kıza bakıp başımla selam verdim. Postacı olduğunu sanmak ahmaklıktı, üzerindeki elbise benim giymeye hiç nedenimin olmadığı türden bir elbiseydi. Özel bir akşam için giyilenlerden.
"Olivia,bu kasabadaki şu şirin fırının sahibinin torunu Lisa."Kasabadaki şirin fırından haberim filan yoktu. Yine de sahte bir gülümseme takınıp kızın elini sıktım. Annem ondan aldığı paketi tezgaha koyarken yükselen kokuyu aldım. Karnım guruldadı.
"Bize hoş geldin demek için leziz kekler getirmiş."
"Teşekkürler." Bir an önce gitsin de kutuyu parçalayayım diye kıza dik dik baktım, aynı anda hala gülümsemeyi sürdürmeyi ihmal etmiyordum. İkizler merdivenlerden gürültüyle indiler ve benim aksime hiç utanmadan kutuyu açmak için itiştiler.
"Bunlarda ikizler," diye tanıştırdı annem. Lisa onlara garip yaratıklarmış gibi bakıp geri çekilmişti. Onlara sadece ben bu şekilde bakabilirdim; bunu o kız yapınca kardeşlerimi koruma iç güdüsü kendini göstermişti. Ona dik dik bakarken kız her an evden koşarak uzaklaşacak gibi görünüyordu. Aslında ne hissettiğini anlayabiliyordum.
"Karren ve Katherine."
"Merhaba kızlar." dedi Lisa el sallayıp. İkizler oralı olmadı. Annem Lisa'ya bakıp başını iki yana salladı ve zamane gençleri, ya da ergenler işte ne olacak tarzında bir şeyler geveledi. Ortama abuk bir sessizlik hakim olunca Lisa gitme vakti geldiğini anladı. Gitmek için izin istemek üzereydi ki Karren'ın telefonu çalmaya başladı. Karren parmaklarındaki kek kırıntılarını yalayıp her kim arıyorsa onu meşgule verdi. Lisa ağzını açtığında gidecek diye heveslensem de o çok başka bir konu açtı.
"Yoksa siz One Direction hayranı mısınız kızlar?" Zil sesinden yola çıkıp böyle bir sohbet açmaktaki amacını çözememiştim. İkizler artık o kadar ilgisiz görünmüyorlardı. İkisi de Lisa'ya dönüp iştahla başlarını salladılar. Katherine onu küstah bir tavırla düzeltti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Lucky Coin | Styles
FanfictionBir dilek tutmuştu. Gerçekleşecekti belki Ama olmayacak mıydı bir bedeli? Çaldıysa bir başkasının dileğini.. * © o-ophelia 2016