Olivia
Uyanır uyanmaz aşağıdan gelen kapı zilini duydum ve bunun Harry olabileceğini düşünüp hızla doğrulmaya çalıştım. Tüm bedenim acıyla sızladı, başım tekrar yastığa düştü.
En kötüsü belimdeki ağrıydı, doğru düzgün,birinin yardımına ihtiyaç duymadan yürüyebilmem üç gün almıştı. Başım hep kocamanmış gibi hissediyordum ve onu taşıyamıyordum. Devamlı yatmak da işe yaramıyordu; bir tarafım uyuştuğunda diğer yanıma dönmek için hareket etsem bu, daha büyük bir sıkıntıya yol açıyordu. Felçli gibi yarı yolda kaskatı kesiliyor ve acıdan bağırmamak için dişlerimi sıkmak zorunda kalıyordum.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi Harry de bir türlü gelmiyordu. Beş gün olmuştu ve yaptığı yalnızca mesajla iyi olup olmadığımı sormaktı. Bunu günde en az on kere yapıyor olsa da benim mesajlarına değil ona ihtiyacım vardı. Ona söyleyeceklerim, anlatacaklarım olduğunu biliyordu ve hala gelmemişti.
Bir süre sonra gerçekten de Sebastian'ı o gece öldürdüğünü düşünmeye başlamıştım. Onu öldürmüştü ve cesedi saklamaya uğraşıyordu. Başka ne yapıyor olabilirdi ki? Beni bir kez olsun ziyarete edemeyecek kadar yoğun olmasının sebebi ne olabilirdi?
Sağ tarafıma döndüm ve karın boşluğumdaki hafif ağrıyı yok sayıp yavaşça doğruldum. O sırada odamın kapısı tıklatıldı.
"Evet?" dedim, içimdeki tüm umut sesime yansımış bir şekilde.
İçeri giren Harry değildi.
"Wesley?" Kendi kendime buraya nasıl gelmiş olabildiğini soruyordum şimdi. Zihnim Harry'nin gelmemesinden duyduğum sıkıntılardan kurtulmuş ve aslında daha önemli olan diğer meseleye odaklanmıştı.
Sebastian'ın o gece söylediklerini kelimesi kelimesine, gayet net bir biçimde hatırlıyordum. Onu kaybetmemden ve bulmak zorunda olduğumdan bahsetmişti ve ondan kastının bozukluğum olduğunu anlamıştım. İyi ama, Sebastian'ın benim bozukluğumdan haberi nasıl olabilirdi ki?
Sonra anlamıştım. Boş boğazlık edip, ona güvenip bir uğur param olduğundan bahsetmiştim, onu kaybettiğimi anlatmıştım. Wesley bana olanları duyduktan sonra defalarca aramış, mesaj atmıştı fakat ona hiçbir şekilde cevap vermemiştim, eve geldiğinde anneme onu görmek istemediğimi söyleyip onu bir şekilde yollamasını sağlamıştım. İş birliği buraya kadardı demek ki.
Yanıma yaklaşırken elimi durması için kaldırdım.
"Nasıl yaparsın?" Yüzündeki gülümseme yok olurken yüzü anlaması zor bir ifadeye büründü. Kaşlarını hafifçe çattı.
"Neyi?"
"Ona sırrımı söyledin." İstemediğim halde gelip yanıma oturdu.
"Olivia, neden bahsettiğini bilmiyorum. Sen iyi misin?" Yüzüme bakmak için çaba harcasa da ondan tarafa bakmadım.
"Anlamıyormuş gibi yapma, Wesley." Konuşurken yorulduğumu hissediyordum fakat bu yorgunluk filan değil, saf hayal kırıklığıydı. "Sebastian'a uğur paramdan bahsettin."
"Hayır," dedi hemen. Savunmaya bu kadar hızlı geçmesi öyle absürttü ki ona bakmadan edemedim. Yüzündeki telaşı görmem hiç zor olmadı. "Ben yapmadım."
"Bunu bilen yalnızca ikimiziz." diye yalan söyledim.
"Başka bir şekilde duymuş olmalı." İyiden iyiye paniklemişti şimdi, bu tavırları düşüncelerimi doğrulamaktan başka işe yaramıyordu. "Ben yapmadım, Olivia."
"Artık seninle arkadaş olmak istemiyorum." dedim mümkün olan en soğuk tavırla. "Sana güvenmiyorum."
"Olivia, ben--"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Lucky Coin | Styles
Fiksi PenggemarBir dilek tutmuştu. Gerçekleşecekti belki Ama olmayacak mıydı bir bedeli? Çaldıysa bir başkasının dileğini.. * © o-ophelia 2016