Sans ile yürüyüş parkına gittik. Biraz yürüdük. Yorulunca bir banka oturduk.
-NiceCream ister misin?
-Tabiki. Sans az ilerideki NiceCream dükkanına gitti. O gittikten sonra 3 kişi bana doğru yaklaştı. Etrafımı sardılar.
-Sen şu canavarların yere göğe sığdıramadığı insan olmalısın. Ne yalan söyleyeyim senin ırkının bizi buraya kapatmasına senden sonra inanamıyorum. He bu arada Sans'ı bırakıcaksın.
-E-efendim?! Asla onu bırakmam! Eli ile çenemi kavradı. Sonra kafamı kendi yüzüne sabitledi. Yüzüne tükürdüm.
-Tutun şunu!
-Sans! Yardım et! İmdat! Sans!
-Susturun şunu! Bir tanesi eli ile ağzımı kapattı.
-Olamaz. Frisk! Hemen sıradan çıkıp Frisk'in yanına koştum. Kollarından tutmuş ve ağzını kapamışlardı.
-Kimse ona dokunamaz! Tek gözüm yine kapkaranlık olmuştu. Özelliğimi kullanarak Frisk'i tutanları duvara doğru attım.
-Ve sen... Sevgilimden de benden de uzak dur! Ellerim Edd'in boğazını sarmıştı. İstesem onu oracıkta öldürebilirdim. Ancak ben bir katil olamayacak kadar iyi bir iskelettim. Bu yüzden onu bırdaktım. Yere düştü. Nefesini düzenlemeye çalışıyordu.
-Bir daha gözüme gözükme! Ayağa kalktı ve yalpalayarak koştu. Frisk'e korkmuş gözlerle baktım.
-Sadece ufacık bir sıyrık o kadar. Bak Sans sakin ol. Otur şuraya ben iyiyim. Sakinleş. Evet işte böyle. Şimdi anlat bakalım seni nereden tanıyorlardı? Herşeyi ona anlattım. Lafım bitince bana sarıldı. Bende ona sarıldım.
-Sen benim için en değerli taştan bile değerlisin.
-Sans.
-Efendim?
-Diyorum ki sana yeni bir tarz yaratsak! Nasıl fikir ama?
-Bilmem ki...
-Lütfen desem.
-Düşünmem lazım.
-Öpücük versem.
-Anlaştık. Öpücüğümü alayım.
-Tipin değişsede huyun değişmez. Gel buraya seni şaşkın iskelet. Dudağımın olması gereken yere bir öpücük kondurdu.