X

206 21 0
                                    

"Gitmek için hazır mısın, canım?" diye sordu. Canım? Ha siktir, İngiliz aksanına sahip olmayı nasıl istediğimi bilemezsiniz. Kafa salladım, "Evet." Beraber onun siyah Range Rover'ına doğru yürüdüğümüzde kapıyı benim için açtı. Ona teşekkür ettim ve arabaya bindim. Yavaşça sürücü tarafına doğru koştu ve kapıyı açtı. "Bunun bana ne kadar garip geldiğini anlatamam.", dedim. Bana baktı, kafası karışmıştı, "Neden?" diye sordu. "Çünkü sürücü sol tarafta olmalı!", bağırdım. Yorumuma zayıfça güldüğünde kıkırdadım. "Cidden!", diye ekledim. (Y/N: Eğer bilmiyorsanız diye, Amerika/Kanada'da sürücüler her zaman sol tarafta otururlar.. o yüzden bu tuhaf.)

"Demek.. Alberta?" yüzündeki sırıtmayla sordu. Kafa salladım, kızararak. "Kanada'yı severim.", diye belirtti.

"Daha önce Kanada'ya gittin mi?", sordum.

"Sadece bir kere, ama Vancouver'e gittim, Alberta'ya değil." Kafa salladım.

"Şey artık öyle bir yer yok nasıl olsa. Orayı gerçekten sevmiyorum.", diye belirttim.

"Şey bu iyi bir şey." sırıtarak yanıtladı. "Ne?", diye sordum. "Aksan." yanıtladı, sırıtış hala yüzündeydi. "Aksanını beğendim.", bana gülümsedi. Her diğer dakika bana baktı, ama odak noktasının yol olduğuna emin oldu. "Teşekkür ederim." Kızardım. Bu arada, Harry aksanlar hakkında konuşması gereken son kişi. "Ee, nereye gidiyoruz?", diye sordum. Tek bildiğim 'kasabanın etrafına' gittiğimiz ama tam olarak nereye gidiyoruz emin değilim. "Sana şehrin bazı ünlü simgelerini göstereceğim, Big Ben, London Eye, Thames Nehri gibi. Onları seveceksin." Ona baktım, neşeyle. Bütün hayatı boyunca burada yaşamış olmalı. "Hep burada yaşadın, değil mi?", diye sordum. Kafasını iki yana salladı, "Hayır, buraya 16 yaşındayken taşındım. Aslen Holmes Chapel'danım." Bunu beklemiyordum. "Oh. Neden buraya taşındın?", sordum. Sıkıntılı bir şekilde bana baktı, ardından da göz temasından kaçınmaya başladı. Yola bakmayı sürdürdü, anlaşılan o ki bana söyleyecek bir şeyler düşünüyordu. Ne var biliyor musunuz? Sorun değil bilmek istemiyorum!

"Hey bana söylememen sorun değil, sadece merak et-"

"Hayır hayır! Sorun değil, sadece-.. şey, yeni bir başlangıca ihtiyacım vardı. Bu yüzden, buraya taşındım. Im, buraya diğer dört arkadaşımla beraber taşındım. Sanırım onları tanıyorsun?"

"Onları sadece bir kere gördüm, Chloe vakası esnasında." Atmosfer her nedense daha da gerginleşmeye başlamıştı, neden hiçbir fikrim yok! Demek istediğim onun geçmişi hakkında sorular sormak ona kaç kadınla seks yaptığını sormak gibiydi. Sıkıntılı hissediyordu ve her nedense gergin. "Geldik.", bildirdi, ortamdaki gerilimi bir şekilde bozdu. Arabayı otoparka doğru sürdü. "Ah, mükemmel, fazla kalabalık değil.", gülümsedi. "Ne, insanları sevmiyor musun?", diye ona sataştım. Bana baktı ve gayet sıradan ve düz bir şekilde "hayır" dedi. Pekala. Bunu bir şaka olarak aldım ve kıkırdadım. Yani ciddi olmasının imkanı yok, sosyal özürlü olmadığı sürece, ki değil.

Arabadan indi ve kapıyı benim için açtı. İkimiz de nehrin yakınındaki uzun kaldırıma doğru yürümeye başladık. "Evet sanırım bu Thames Nehri?", keyifle sordum. Gri sığ bulutların arkasından sızan küçük güneş ışınları vardı; bununla birlikte, su güzelce ışıldıyordu. Nehrin arkasında büyük, üstünde dev bir saat olan sivri bir bina vardı. Bu Big Ben'di. Biraz daha ileride, uzakta devasa bir dönme dolap vardı. Manzara nefes kesiciydi.  Harry bana bir göz attı, ve kafa salladı. "Evet, bu Thames Nehri. Oradaki, London Eye," büyük dönme dolabı işaret etti. "ve şuradaki de, Big Ben." Sivri binayı gösterdi. "Gerçekte daha bir güzelmiş.", sessizce konuştum, hala manzaraya hayran hayran bakıyordum. Yavaşça kafa salladı.

İlk iki saatin yürüyerek, konuşarak ve gülerek keyfini çıkardık. Harry'nin bir şakaya gülmesini sağlamak gerçekten zor bir işti. Manzaranın birkaç fotoğrafını çektim, gerçekten iyi çıktılar. Harry fotoğraflardan birinde olmayı şiddetle reddetti.  Ona 'neden' diye sordum, ama bana söylemedi. Harry beni Londra'daki Westminster Sarayı'na götürdü. Saray içeriden de, dışarıdan da nefes kesiciydi. Yakında küçük bir balmumu müzesi vardı, oraya da gittik. Sokaktan aşağı doğru yürüyorduk, yabancı bir ses seslendi, "HARRY!" İkimiz de sese doğru döndük.

The Vampire Next Door (Türkçe Çeviri)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin