𝒦𝑒𝓎𝒾𝒻𝓁𝒾 𝑜𝓀𝓊𝓂𝒶𝓁𝒶𝓇!
"Kız arkadaşım ol.", tekrarladı. Midem çalkalandı ve kalbim göğüs kafesimde deli gibi çarpıyordu. Onun, bunu duyabildiğine eminim, ya da en azından hissedebildiğine. Fikrini bu kadar çabuk nasıl değiştirebilir ki? Görünüşe bakılırsa burada kalacak olmasının tek sebebi benim? Olamaz.. olabilir mi? Ve bunu soruyor muydu yoksa emir mi veriyordu? O anda bunu umursamadım, çünkü tek yaptığım şey kafa sallamaktı, kelimeler tükenmişti. "Kafa sallamak yok, söyle. Kız arkadaşım olmak istiyor musun?", diye sordu. Yüzündeki ifade okunaksızdı. "Evet..i-istiyorum.", kekeledim. Neden kekeliyorum? Bana baktı, yüzüne bir rahatlama ifadesi yayıldı. "Güzel.", nefes aldı ve beni bir başka öpücüğe çekti. Atmosferin nasıl bu kadar hızlı değiştiğine şaşmıştım. Dakikalar önce neredeyse ağlıyordum ve Harry gitmek üzereydi, şimdi daha sakin ve mutluyum. Mutlu bir kızım.
"O zaman kalıyorsun?", çekildikten sonra sordum. "Şeyy,", etrafa bakınmaya başladı, sanki bunun hakkında düşünüyormuş gibi. Onu şakacı bir şekilde ittim, "Evet kalıyorsun, Styles."
Birkaç dakika geçmişti ve biz bir şekilde kanepeye oturmuş sarılıyorduk. Saate baktım, 11.23. Yirmi üç dakika geç kaldım, ama kimin umurunda ki? Harry'nin kollarındaydım ve ihtiyacım olan tüm şey bu. "Hey, sen işe geç kalmadın mı?", yumuşakça sordu, rahatlatıcı sessizliği bozarak. Sanki zihnimi okumuş gibiydi, ama bu anı bozmayacağım ve onun sıkı, güvenli tutuşundan kopmak istemiyorum. Kafamı iki yana salladım, "Sanırım bugünü es geçeceğim.", onun sert ve soğuk göğsüne kıvrılırken yanıtladım, tişört giyiyor olmasına rağmen, yine de onun soğuk vücut ısısını hissedebiliyordum. Gülümsediğini hissedebiliyordum. "O zaman git de üstüne rahat bir şeyler giy, bugünü tembellik günü yapıyoruz." Bu Sephora'da çalışmaktan daha iyiydi. Ona gülümsedim ve daha sonra hızla yukarı koştum. Günlük kıyafetlerimi bir eşofman, uzun kollu beyaz tişört ve tüylü çoraplarla değiştirdim ve saçımı olduğu gibi bıraktım. Aşağı indim ve yolumu oturma odasına çevirdim, ama onu hiçbir yerde göremedim. "Harry?", diye seslendim. Arkamda birinin olduğunu hissettim, döndüğümde, işte oradaydı, arkamda duruyordu. Biraz zıpladım, "Oh,.. orada olduğunu görmedim." Odaya girdiğimde onu hiçbir yerde görmediğime eminim ama bunu takmamaya karar verdim. "O zaman, ne yapmak istersin?", sordu. Buna yalnızca bir mükemmel cevap vardı..
Sonuç olarak kanepeye oturmuş, üstümüzde büyük bir battaniyeyle, sarılırken The Notebook'u izliyorduk. Bu tabii ki Harry'nin fikri değildi, 'bir çeşit kadın filmi' izlemek istemediğini söyledi ama ona bunu seveceğini temin ettiğimde kendimizi filmi izlerken bulduk. Filmin en sonunda Ally ve Noah'ın birbirlerinin kolları arasında öldüğü sahnede ağlamamak için elimden geleni deniyordum ama engel olamadım. Harry film bittiğinde iç çekti, "Ah, Tanrım.", mırıldandı. "Bu sadece bir film, sadece bir film." Önümde duygusallaşmamak için yaptığı sevimli girişimine gülmeden edemedim. Ekranda oyuncu listesi göründü, hızlıca göz yaşlarımı sildim ve 'durdura' bastım. "Neden 'sıkıcı bir kadın filmi' dediğini açıkça görebiliyorum.", ona sataştım. "Ahh, kapat çeneni.. gözümde bir şey vardı." Tekrar güldüm ve kalktım. Bana baktı, "Nereye gidiyorsun?" "İkimiz için sıcak çikolata yapacağım.", diye yanıtladım. "Mm, peki." Sorun şu ki, onun hiçbir şey yediğini ya da içtiğini görmedim. Konu yemeğe gelince her zaman geri çekiliyor, neden?
Harry arkamdan gelirken mutfağa gittim. Isıtıcıya süt koydum böylelikle ben çikolata tozunu getirene kadar ısınacaktı. "bu cam benim oturma odamın camına bakıyor.", dedi Harry. Komşu olduğumuzu neredeyse unutmuşum. İşaret ettiği yere baktım ve camını gördüm, kapalı, onu örten koyu perdelerle. İçeride ne olduğunu göremiyordunuz, bir figür bile. "Gözetlemesen iyi edersin.", diye şaka yaptı. "Konuşana da bakın.", göz kırptım. Isıtıcı sütün yeterince ısındığını işaret ederken ötmeye başladı. Sütü kupalara döktüm, çikolatanın kokusu burun deliklerime nüfuz ederken. "Mmm.. güzel kokuyor.", Harry yorum yaptı. "Teşekkürler." Gülümsedim. Ona daha yakından baktım, sıcak çikolatayı içecek mi içmeyecek mi diye.. Tabii ki onu korkutacak kadar yakından değil sadece şöyle bir baktım. İçmedi. O kadar mı kötü? Ön kapıda ayak sesleri duyduğumda ona sormak üzereydim. Harry'nin gülümsemesi bir kaş çatmaya dönüştü, sesi muhtemelen o da duymuştu. Kim olabilirdi? "Sen burada kal.", sesi sertti. Mutfaktan dışarı çıktı ve ben de onu takip etmeden edemedim. Hole doğru döndüm ve ne biliyor musunuz? Annem oradaydı. "Aa, selam!", ikimizi karşıladı. "Anne, şeyle tanış.. ee.. erkek arkadaşım Harry.", gülümsedim. Lanet olsun buna alışkın değilim. Gözleri genişledi, ve sırıtması daha da genişledi, tabii bu mümkünse. Annem fırlama bir kadın. "Merhaba, Harry.", kollarını uzattı. "Merhaba, Bayan Johnson.", kibarca karşılık verdi. Aslında, eğer birisi anneme 'Bayan Johnson' diye seslendiğinde onun incineceğinden korkuyordum. Kendisini babamın karısı olarak görmüyor, boşanmamış olmalarına rağmen. O kaçtı. Annemin yüz ifadesini dikkatle inceledim, buna alışmış görünüyordu, bu yüzden sıcak, içten gülümsemesini korudu. Anneme öyle seslendiği için Harry'yi suçlayamam, herkes öyle yapıyor. "Seninle tanıştığıma çok memnun oldum! Ve ee bu arada bana Jenna de.", sırıttı. "Ben de öyle.", Harry aynı sıcak gülümsemeyle yanıtladı. "İkinizin de gamzesi var." Kollarımı çaprazlarken mırıldandım, ikisi de benim kıskançlığıma güldü ve içeri geçti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Vampire Next Door (Türkçe Çeviri)
FanfictionSarah Johnson, annesinin terfisi yüzünden , annesiyle birlikte Londra'ya taşınmış 17 yaşında bir kızdır. Sarah, komşu evdeki tuhaf-ateşli çocuk dışında o civarda yaşayan hemen hemen herkesi tanır. Çocuk, gizemli oluşuyla bilinir. Ve yakınlaştıkları...