Hala buralardaysanız, iyi okumalar!
Kalan üç günün bu kadar hızlı geçeceğini kim bilebilirdi ki? Noel bugün başladı ve kar artıp daha hızlı yağmaktan başka bir şey yapmadı. Oturma odasının penceresinden dışarıya göz attım, saat 12.37 idi ama havaya bakınca, sanki akşam olmuş gibiydi. Çok kapalıydı.
Oturdum ve Harry'nin kim-bilir-nereden gelmesini bekledim. Son birkaç gündür günün çoğunu benim evimde geçiriyordu. Dışarı çıktığı zaman bana nereye gittiğini asla söylemiyor. Kendi evine gitmiyor çünkü ışıkları hiç açık görmedim. Onunla ne kadar fazla vakit geçirirsem onu o kadar az tanıyorum. Tuhaf değil mi? İlk tanıştığımız zaman onun sadece başka bir gizemli çocuk olduğunu düşünmüştüm, ama şimdi, biliyorum, sandığımdan daha büyük bir şey olduğunu biliyorum... ne olduğunu öğrenmeyi gerçekten istiyorum.
Düşüncelerime o kadar dalmıştım ki Harry'nin geri geldiğini fark etmedim. Onun kapıyı çalmamasına falan bile alıştım. Tanıdık soğuk dudakların başımın üstünü öpüşünü hissettim. Arkamı döndüm sırıtışını gördüm, "Birini mi bekliyordun?", mırladı. Gülümsediğimde karşılık verdi. "Nereye kayboldun?", cevap vermeyeceğini bilerek sordum. Kollarını etrafıma sardı ve beni göğsüne çekip boynuma sokuldu. Soğuk dokunuşu, tüylerim diken diken olurken omurgamdan aşağı bir titreme gönderdi. Bu tüm vücudumun onun dokunuşuna tepki verdiği ilk sefer. Gerçekten ona karşı bir şeyler hissettiğimi düşünüyorum, ve her nedense bu beni korkutuyor.
"Şey, annem süsleri ağacı süslemem için bıraktı.. ve ben tek başıma yapmak istemedim.", ona genişçe gülümsedim, elimden geldiğince masum görünmeye çalışarak. "Yani..", cevap verdi. "Sana yardım ederdim ama..." Sesi kısıldı. Suratım düştü, birlikte yaparsak eğlenceli olabileceğini düşünmüştüm. Bana doğru yaklaşırken suratında bir sırıtma belirdi, ve birden , "Salona kadar yarış!" demesiyle koşmaya başladı. Buna cidden kandım! Ona yetişebilme umuduyla arkasından koştum, ama hiç çaba göstermeden çoktan önümdeydi. Bunu nasıl başardığını bilmiyorum. Ciddi olmak gerekirse, 'çocuksu' Harry'yi seviyordum. Bazen gün yüzüne çıkan o karanlık tarafı beni biraz korkutuyordu. İkimiz de oturma odasına ulaştık, tabii ki, o benden önce oraya vardı. Ağacın önünde durdu, iki eli kalçasında, ağacı süzüyordu. İçinde süs eşyalarının olduğu kutuya uzandım ve kutuyu ona uzattım. "Hadi, başlayalım mı?", gülümsedim. "Aa, şunu tutsana bir..", diye ekledim. Ben masanın üzerindeki küçük teybi açarken bana kafası karışmış bir bakış attı. Justin Bieber'ın Under the Mistletoe şarkısı çalmaya başladı. Harry bana tuhaf bakışlar yollamaya devam ediyordu. Yüzümde sırıtışla yavaşça ona doğru ilerlerken bakışlarını göz ardı ettim.
"Bu yılın en güzel zamanı, sokakları doldular ışıklar neşe saçıyor. Kışın karla oynuyor olmalıydım, ama ben ökse otunun altında duracağım. Tatili kaçırmak istemiyorum, ama gözlerimi senden alamıyorum. Kışın karla oynuyor olmalıydım, ama ben ökse otunun altında duracağım...", şarkı kulaklarımızı doldurdu. Elinde tuttuğu kutuyu uzağa koyarken Harry'nin yüz hatları yumuşadı. Kollarını belime doladı ve beni yakınına çekti. Bana bakarken burunlarımız temas etti, onun nasıl hissettiğini çıkaramıyordum. İfadeleri okunaksızdı. "Bir şey itiraf edebilir miyim...?", fısıldadı. Hiç tereddütsüz kafa salladım. Duraksadı, "Bu olanları... garip buluyorum... iyi yönde, sanırsam." Aniden, bana Noel'i kutlamadığını söylediği zamanı hatırladım. Bu, gerçekten de, onun için biraz tuhaf olabilir. Noel'i en son zaman kutladığını merak ediyorum. Onu daha fazla soru yağmuruna tutmak istemiyorum ki bana patlayıp anın büyüsünü bozmasın. Her şey mükemmeldi. Yavaşça bir yandan öbür yana sallandım, onu benimle dans etmeye teşvik ederek. "Ne yapıyorsun?", diye sordu. Şarkı arka planda çalmaya devam ediyordu. "Yap gitsin işte.", yumuşakça fısıldadım. Ses tonum yumuşak olsa da, bana kaşlarını çattı, belki de birinin ona ne yapması gerektiğini söylemesine alışık olmadığından. Sadece tahmin yürütüyorum. O anda, ne yaptığımı biliyordum. Kollarımı boynuna dolalı tutup sallanmaya devam ettim, gözlerimi onunkilerden ayırmadan. Tüm bunların ona nasıl uzak olduğunu hissedebiliyordum.
"Daha önce hiç bu kadar uysal olmamıştım.", mırıldandı. Davranış biçimini kast ediyordu. Eminim ki her şeyi kendi istediği şekilde elde etmeye alışıktır, yoksa böyle tuhaf davranmazdı. İki şarkı daha boyunca böyle kaldık, yavaşça ve özenle kalçalarımızı sallayarak, kollarımız birbirimize dolalı. Gözlerimi kapadım ve parfümünü içime çektim, karnımda o tanıdık kasılmayı hissettim. İkinci şarkı da bitti ve ikimiz de aynı anda durduk. Harry, elini enseme koyup başımı yakına çekerken yerimizi koruduk.
Şehvetli birkaç dakikalık öpüşmenin sonunda yavaşça geri çekildik. Bana gülümsediğinde ben de ona bir gülücük gönderdim. "Ee, nerede kalmıştık?", karton kutuya bakarak sırıttı. Ah, bu güzel olacak.
Kutudan kavradığım ilk şeyi çıkarıp gözden geçirdim; uzun, kırmızı ve simli bir kurdeleydi. Ağaca tutturmaya çalıştım ama sürekli düşüp duruyordu. Ellerimi iki tarafıma koyup kaşlarımı çattım. "O öyle yapılmaz, Johnson.", Harry kıkırdadı. Kurdeleyi aldı ve boynuma sardı, sivri uçları boynumu kaşındırdı. Yaptığı şeye güldüm ve kutudan başka bir tane kurdele alıp ona fırlattım. Bana hayretle baktı, "Ne hakla?!".
Süslemeleri birbirimize fırlatmaya devam ettik, sert olan süslemeler hariç. Kahkahalarımız arka planda çalan müzikten daha yüksekti. "Hey, Sarah.", diye seslendi. Ona doğru döndüm ve iki tane kırmızı topu küpe şeklinde kulaklarına tutmuştu. Görüntüye güldüm ve kafamı iki yana salladım.
Geçen birkaç saatin ardından sonunda süslemelerle oyalanmayı kesmeye karar verdik ve ağacı süslemeyi bitirdik. "Aa, yıldız kayıp.", Harry ağacın tepesini işaret etti. Kutunun dibinde kalan son süse uzandım, parlak yıldız. Yıldızı aldım ve ayak uçlarımda ağacın tepesine ulaşmaya çalıştım, ama beceremedim. Harry manzaraya güldü, "Kaldırayım mı, bücür?", gülümsedi. Hiç efor sarf etmeden, kolayca beni kaldırdı ve ağacın tepesine yıldızı yerleştirdim. Beni nazikçe yere indirdiğinde, "Vay, güçlüsün.", dedim.
Sonunda, ağaç hallolmuştu. İkimizde ona gururla bakarken mutlu bir iç çekiş ağzımdan kaçtı. "Çok güzel.", Harry gülümseyerek kollarını belime doladı. Cevap olarak kafa salladım.
Biz farkına bile varmadan saat 00.00 olmuştu. Harry tam çıkmak üzereyken annem salona girdi. "Selam, çocuklar.", diye bizi karşıladı. "Selam.", karşılık verdik. "Üzgünüm geciktim. İlk önce biraz market alışverişi yaptım, sonra da işten arkadaşlarla yemeğe çıktık. Ağaçla mükemmel bir iş çıkarmışsınız. Aferin!", diye yorumladı. "Sağ ol, Jenna.", Harry bana dönerken gülümsedi. "Gitmem gerekiyor, bebeğim. İyi geceler."
"Neden geceyi burada geçirmiyorsun?", diye teklifte bulundum. Sesini alçaltırken bana sırıttı, annemin çoktan odadan çıkmasına rağmen. "Bekleyemiyor musun, Johnson?". Onu ittim ama yerinden bile kıpırdamadı, aksine yüzündeki sırıtma daha da genişledi. "Çok hayal kuruyorsun, Styles. Bu sadece bir öneriydi.", sebep sundum. Bu sadece bir teklifti... değil mi? "Tamam... Bir yere uğramam gerekiyor, 15 dakikaya dönerim.", dilini dişlerinde gezdirerek cevap verdi. Hiç tereddütsüz sordum, "Nereye gidiyorsun?".
"Uzun sürmez, söz veriyorum.", dedi. Tipik Harry, asla sorularımı cevaplamaz. Pekala, sanırım 15 dakika bekleyebilirim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Vampire Next Door (Türkçe Çeviri)
FanfictionSarah Johnson, annesinin terfisi yüzünden , annesiyle birlikte Londra'ya taşınmış 17 yaşında bir kızdır. Sarah, komşu evdeki tuhaf-ateşli çocuk dışında o civarda yaşayan hemen hemen herkesi tanır. Çocuk, gizemli oluşuyla bilinir. Ve yakınlaştıkları...