ON İKİ - "SENİ SEVEBİLİR MİYİM?"

1.5K 125 103
                                    

Bazı insanlar yanmak için, bazı insanlar yakmak için
Bazı insanlar ise yaprak ve su olmak için gelmiştir dünyaya...
- Sezai Sarıoğlu

Camila güzel değildi.

Lauren'ın karşısına oturup kızın kendini her şeyiyle incelemesine izin verirken bunu düşündü. Kendisini resmetmeyi azimle isteyen bu genç kadın Camila'dan çok daha farklıydı. Camila'ya yüzyıllarca bir madenin karanlığında saklandıktan sonra resimleriyle gün ışığına ve hak ettiği hayranlığa kavuşan bir pırlantayı anımsatıyordu. Zihninin çalışma şekli herkesinkinden daha değişikti ve Camila ilk başta bunu tuhaf bulsa bile şimdi sadece hayranlık uyandırıcı buluyordu.

Camila'nın yıllardır etrafında bulunduğu onlarca kişinin aksine Lauren derinliklerde yatan acıyı, aşkı, tutkuyu, inancı görebiliyordu. Her gün insanların sahte gülümsemelerinde ve sanatçıların eserlerinde yaptığı keşifleri onu tarifsizce mutlu ediyordu. Hatta Camila, Lauren'ın kendine özgü güzelliğinin de bundan kaynaklandığını düşünüyordu. İnsanların fark edemediğini fark etmek onun o solgun yüzünün aydınlanmasına, içine koca bir okyanus doldurulmuş gözlerinin şevkle parlamasına sebep oluyordu.

Lauren, Camila'nın aksine güzeldi (her ne kadar kendisi bunu inatla inkar edecek olsa da) ve sokakta yürürken yanından geçen biri onun güzel olduğunu söyleyebilirdi. Ama Camila? Sadece Camila'ydı işte. "Biliyor musun Camz," diyerek onu veba gibi yayılan düşüncelerinden uzaklaştırdı ressam kadın. "Yüzünde her zaman çok değişik bir ifade var. Sanki dünyadaki bütün güller eline tutuşturulmuş ve o muhteşem koku seni büyülüyormuş, ama sen yine de dikenlerin eline batmasından korkuyormuşsun gibi."

"Hiç şiir falan yazmayı denedin mi?" diye sordu Camila, dudakları arasından ufak bir gülücük kaçarken. "Çünkü kesinlikle sözlerden iyi anlıyorsun." Neredeyse Camila'dan daha iyi anlıyordu. Belki de bunun sebebi Lauren'ın her şeyi hissetmesiydi çünkü Camila tek bir kişiye ve onun beraberinde getirdiği tek bir duyguya kısılıp kalmıştı.

"Aslında yazmak da resim yapmaktan pek farklı değil." Fırçayı sanki dünyanın en pahalı mücevherini tutuyormuşçasına eline aldı ve suya batırdı. Fırçanın kılları suyun etkisiyle birbirinden ayrılıp sadece Lauren gibi resime aşık olanların görebileceği bir baleye başlarken Camila gözlerini Lauren'dan uzun bir süre ayırmaya korkuyordu. Sanki kadının zümrüt gözlerinde kaçıracağı herhangi bir duygu, herhangi bir ifade onun için dünyanın sonu olacaktı. "Sadece kullandığımız malzemeler farklı o kadar. Sen sözleri bir araya getiriyorsun, ben de çizgileri ve boyaları."

Konuşurken sesi ipeksi bir yumuşaklıktaydı Lauren'ın. Eline kurşun kalemi alırken Camila onun özenle kıvrılan parmaklarını ve parmak uçlarındaki nasırları inceledi. Lauren'ın dünyasına bir mikroskopla bakıyormuş gibiydi. Gördüğü, duyduğu ve hissettiği her şey onlarca kat daha yoğundu. "Resim konusunda hiçbir yeteneğim yok," dedi Camila. "En son ortaokuldayken karelerin üzerine üçgenler koyarak bacası tüten evler yapıyordum. Hiç öyle bir evim olmadı."

Son cümle neredeyse bir fısıltı gibi çıkmıştı ağzından ancak Lauren tuvale odaklanmış olmasına rağmen kızı rahat bir şekilde duydu. "Biliyor musun, benim oldu ama şu anda ikimizin bulunduğu nokta birbirinden pek de farksız değil." Camila onu düzeltmek istedi, "Ne kadar farklı olduğunu tahmin bile edemezsin," demek istedi ancak Lauren dediklerine inanıyormuş gibiydi. "Evimizde her zaman sıcak yemek olurdu, odalar hiçbir zaman dağınık ve kirli olmazdı. Harika bir aile tablosuyduk."

"Sonra?" derken bunu sormaması gerektiğinin farkındaydı Camila. Ama karşısında oturup kendini çizimiyle sarmalayan kadın ile ilgili her şeyi bilmek istiyordu. Onu sadece tablolara bakan, resim çizen ve sözleriyle insanların birçok şeyi aynı anda hissetmesine sebep olan kadın olarak hatırlamak istemiyordu. Çünkü şüphesiz ki Lauren bundan çok daha fazlasıydı.

mona('s) lisa ☆ camrenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin