Mona ve Lisa'yı herkesten farklı kılan bir şey vardı, olmalıydı. Tıpkı Camila ve Lauren'ın etraflarındaki herkesten farklı olduğu gibi. Ama Mona ve Lisa hikayenin sonunda aşık olacaklardı ve Camila, şu iki gündür Lauren'ı görmemişti.
Okyanus gözlü güzel kıza mesaj atmayı her şeyden daha çok istese bile içindeki bir ses ona bunu yapmaması gerektiğini hatırlatıp durmuştu. O da bu yüzden hikayeyi yazmaya devam etmiş ama yazdıklarından bir türlü hoşnut kalmamıştı. Bugün günlerden salıydı, sadece üç günü kalmıştı. Yıldızlı Gece'nin bir yeniden düzenlemesinin önünde oturuyordu. Bu, galerideki en sevdiği tablolardan biriydi. Birbirlerini tutkuyla öpen iki aşığın belirsiz bedenleri gökyüzündeki yıldızları oluştururken köyün evleri ise onları gıptayla izleyen insanlardı. Yıldızlı geceyi öpüyorlar, diye düşündü Camila, bir romantiğin en büyük hayali.
"Hey," diyerek yanına oturdu kızıl saçlı arkadaşı. Genç kız bir anlığına irkildi. Tablodaki bedenlerin yerine Mona ve Lisa'yı koymaya çalışırken yanlışlıkla geceyi saçlarına geçirmiş, gözlerine zümrütler takmıştı o bedenin. "Erkenci kız yok mu?" Camila başını iki yana salladı. Lauren ile ilgili konuşmak yasakmış gibi hissediyordu. Sanki Lauren sadece onun hayallerinde yaşıyordu ve eğer başkasına anlatırsa büyü bozulacaktı.
Michael, Camila'nın konuşmak istemediğini sezerek karşısında duran tabloya baktı. Tablo onun için bir anlam ifade etmiyordu. Resim asla hakim olduğu ya da en azından anladığı bir sanat dalı olmamıştı. "Sanırım... O bu tabloya daha önce hiç bakmadı." Camila'nın bu galerinin neresine giderse gitsin döndüğü sanat eseri buydu ama Lauren'ın bunu seveceğinden emin değildi. Sandığının aksine, Lauren bir romantik değildi çünkü. O Camila'nın hayal edemeyeceği kadar gerçekçiydi.
"Neden yanına uğramıyor?"
"Bilmiyorum." Hâlbuki Camila'nın onu görmeye, onunla konuşmaya her şeyden çok ihtiyacı vardı. Mona ve Lisa'nın birbirlerini nasıl tamamlayacaklarını sormalı, Normani'yi unutmayı kafasına koyduğunu anlatmalı, Van Gogh'un Yıldızlı Gece'yi tamamen hafızasından çizmesinin nasıl mümkün olduğunu tartışmalıydı. Van Gogh ve deliliği nasıl ortaya harikalar çıkaran bir bütünse, Lauren ve Camila da öylelerdi. Bunu söylemek yanlıştı belki ama Lauren'ın varlığı huzur vericiydi.
"Peki sen neden onun yanına gitmiyorsun? Belki o da aynısını senden bekliyordur." Dürüst olmak gerekirse, Michael hiçbir zaman Camila'ya karşı tamamen boş hissetmemişti. Çünkü Camila güzel, yetenekli ve akıllı bir kızdı; üstelik oldukça yakın arkadaşlardı. Elbette onu arkadaştan fazlası olarak görmesi normaldi. Ama Michael aptal değildi, Camila'nın mutluluğunun hislerinden daha önemli olduğunun farkına varmıştı. Şu Lauren denen kızın neyin peşinde olduğunu bilmiyordu ama Camila'yı mutlu ettiğini anlamıştı. Tek önemli olan da buydu.
Camila derin bir nefes aldı. "Gidemem, Mike. Beni görmek istemediği açık." Eğer görmek isteseydi gelirdi. Lauren, Camila'nın zihninde hep soyut bir kavram olmuştu. Geçmiş ve gelecekten uzak, sadece yaşadığı anda var olan ve etrafındaki her şeyden bağımsız biriydi o. Ama elbette bu doğru değildi. Camila, Lauren'ın da acıları, sıkıntıları ve dertleri olduğunu biliyordu. Onun gibi süzülerek uçan birinin kanatlarının bu kadar ağır olması beklenmedikti hatta. Hâlbuki tanıştıkları gün, Lauren ona kanatlarını hafif ve güçlü tutması gerektiğini söylemişti.
Michael elini kızın omzuna attığında Camila istemsizce geri çekildi. Yeşil gözlü çocuk kendisine hayal kırıklığıyla baktı. Camila, yüzünü elleri arasına alıp ağlamaya çok yaklaşmıştı ama eğer bunu yaparsa, kendisini durduramayacağından emindi. "Camila, dinle..." Michael demin kaldırdığı elini saçlarına götürerek durumun tuhaflığını yok etmeye çalıştı. "Lauren'ı tanıyan sensin, ben değil. Ama ikimizin de bildiği bir şey var: Sen Lauren'a ne kadar değer veriyorsan, o da sana o kadar değer veriyor. Yalnız başına ruhsuz bir ifadeyle oturan kızın, yanına sen geldiğinde nasıl mutlu olduğunu ben görebiliyorum Camila."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
mona('s) lisa ☆ camren
RomansCamila Cabello, kendisini özgürlüğe götürecek kanatlarını yazdığı kelimelerde barındırırdı. Ama içinde bulunduğu tutucu toplum ve omzuna binen yükler onu yazmaktan, kendisi olmaktan alıkoyuyordu. Belki de sonsuz semaya uçmak için ihtiyaç duyduğu kan...