***# OY VE YORUM DEĞİL, GERÇEK BİR OKUYUCU İSTİYORUM. GERÇEK BİR OKUYUCU BU KİTABIN OY VERİLMEDEN VE YORUM YAPILMADAN GEÇİLMEYECEĞİNİ BİLİR ZATEN.
SEN! EĞER OKUDUĞUNU YARGILAMAYAN, OKUDUĞUNU DÜŞÜNMEDEN YUTAN BİRİYSEN VE BU KİTABI SONUNA KADAR OKUMAYACAKSAN OKUMAYA HİÇ BAŞLAMA. ÇÜNKÜ FİKİR DEĞİŞİKLİKLERİ VAR VE YARIM YAMALAK OKUMAN BANA DA SANA DA ZARAR VEREBİLİR.
EĞER BU İSTEDİKLERİM SEN DE VARSA YANİ WATTPAD'İN NADİR ÜYELERİNDEN İSEN BUYUR, İYİ OKUMALAR... #***
Tık tık. Kapı çalmıştı. Kafamı duş kabininden dışarı uzattım. "Ne var?" "Duygu ne zaman çıkacaksın? Lavaboya girmem gerek." "Tamam anne. Kabini kapattım, girebilirsin içeri." diyerek o yapmaktan nefret ettiğim şeyi yaptım. Uzandım ve kabinin kapısını çekip kapattım.
"Psikolojik." diye mırıldandım. Kabin kapalıyken duş almayı hiç sevmezdim. Kollarımı sudan çıkarıp tekrar suya daldırdım. Sıkıntıyla homurdandım. "Anne çıktığında haber ver." Kabinin kapalı olması gerçekten de batıyordu bana.
Evet, evet sinirlerim gerilmişti. Annem bu huyumu anaokuluna giderken edindiğimi söylemişti. Hem de durup dururken edinmişim! Ne hikâye! Kesin küçükken Funda kabinde beni boğmaya çalışmıştı.
Başka şeyler düşünmeye çalıştım. Sağ bacağımı suyun içinden çıkarıp ayağımı inceledim. İyi ki ayaklarım Funda'nın ki gibi babamın ayaklarına benzememişti. Yoksa taraklı ve çirkin ayaklarım olurdu. Funda'nın ayakları, tırnaklarını kesmeyi beceremediğinden, babamınkinden bile çirkin görünüyordu.
Tırnaklarını öyle yamuk kesiyordu ki, ayaklarına ayak demeye bin şahit isterdi. O kadar ki, onun ayaklarıyla hayvan toynaklarını yan yana koyup yedi fark bulmaca adıyla bir dergi sayfasına koyacak olsalar, kimse fark bulmaya yeltenmezdi bile. Oysa ayak tırnaklarını düz kesmeliydi, tıpkı benimki gibi.
İçimde büyük bir huzursuzluk vardı. Acaba şu güzel ayaklarımdan birini kabine geçirsem, kabin mi devrilirdi, ayağım mı çıkardı? Karar verdim, ayağım çıkardı. Annem klozete mi düşmüştü acaba? "Anne!" dedim 'Hadi ama!' dercesine. "Tamam, çıktım ben." dedi. Kapının kapanma sesini duyduktan sonra hızla kabini açtım. Oh! Yeniden dünyaya gelmiş gibiydim.
Tembel tembel bio saç şampuanına uzandım. Gerçekten de çok etkili bir şampuandı. Gerçi çok kazığa satıyorlardı ama annem üye olduğu için yarı fiyatına alabiliyordu. Şampuandan elime bir miktar alıp saçlarıma uygulamaya başladım. Güzel bir kokusu vardı. Salih'in parfümünün kokusunu anımsatıyordu.
Salih Mustafaların yanından ayrıldıktan sonra, durağa giderken nasıl da beni tatlı su çeşmesini arkasına çekip tutkuyla öpmüştü. "Sinirlenince çok güzel oluyorsun." diye fısıldamıştı. "Öyle güzel oluyorsun ki, bu güzellik karşısında dilim tutuyor, konuşacağım kelimeyi dahi unutuyorum. Ama sinirlenmeni istemiyorum. Çünkü sinirlenince mutlu olmazsın, mutlu olmazsan olmaz. Bu sebeple lütfen sinirlenme. Sinirlenince güzelsin, fakat mutluyken daha güzelsin."
Sonra elimden sıkı sıkı tutmuştu ve yürümeye devam etmiştik. Kalabalığı hiç umursamamıştık. Başkaları için ayrılmamıştık. Başkaları bizim önümüzden çekilmek, bize yol vermek zorunda kalmıştı.
Salih'in beni öpüşünü tekrar anımsadım. Ensemden kulaklarıma tatlı bir ısı yayılmaya başladı. Sanki yanıyordum. Bunu fark edince bu sefer utançtan yanmaya başladım. Tam bir pis ergen gibiydim. Şu durumda, şu halimle böyle şeyler düşünmemeliydim. Hayır, hiçbir duruma böyle şeyler düşünmemeliydim.
Şampuanın etkili olması için beş dakika beklemesi gerekiyordu. Annemin Başak'ı burada yıkadığını hatırlayınca midem kalktım. Öğğ, pis kedi! Kapımın önüne işeyip, idrarını patileriyle odamın her tarafına yaydığı yetmezmiş gibi, bir de kapıyı açar açmaz fırlayıp kucağıma çıkmıştı ve her tarafıma idrarını bulaştırmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şişe Çevirmece
Non-FictionDuygu; Hiçbir karakter Basit bir oyunun kimi zaman sevince, kimi zaman hayrete, kimi zaman acıya, kimi zaman aşka, kimi zaman çıkışa, kimi zaman çıkmaza sürüklediği hayatın girdabında kaybolan bu sıra dışı karakter kadar orijinal, mükemmel...