***# OY VE YORUM DEĞİL, GERÇEK BİR OKUYUCU İSTİYORUM. GERÇEK BİR OKUYUCU BU KİTABIN OY VERİLMEDEN VE YORUM YAPILMADAN GEÇİLMEYECEĞİNİ BİLİR ZATEN.
SEN! EĞER OKUDUĞUNU YARGILAMAYAN, OKUDUĞUNU DÜŞÜNMEDEN YUTAN BİRİYSEN VE BU KİTABI SONUNA KADAR OKUMAYACAKSAN OKUMAYA HİÇ BAŞLAMA. ÇÜNKÜ FİKİR DEĞİŞİKLİKLERİ VAR VE YARIM YAMALAK OKUMAN BANA DA SANA DA ZARAR VEREBİLİR.
EĞER BU İSTEDİKLERİM SEN DE VARSA YANİ WATTPAD'İN NADİR ÜYELERİNDEN İSEN BUYUR, İYİ OKUMALAR... #***
Duvarları ancak bir kişinin geçebileceği kadar dar olan merdivenleri inmeye başladım. O şişko baytarın muayenehanesinin bitişiğindeki odada başka bir giriş-çıkış olmalıydı. Çünkü o dev cüssesi yan geçmeyi denese bile burayı kullanmasına izin vermezdi. Kapıdan çıkar çıkmaz hızla etrafa göz attım.
Kapı gün boyunca insanların adımlarını ağırlamakla yükümlü bir kaldırıma çıktığından dikkatli olmalıydım, biri bana toslayabilirdi. Az ilerideki trafik ışığının dibinde yayalar için yeşilin yanmasını bekleyen birkaç kişiden başka kimse yoktu kaldırımda.
Kucağımdaki Başak açık havayı görünce onu bırakmamı istercesine sesler çıkarmaya başladı. "Çok beklersin." dedim. Annem onu salıvermememi sıkı sıkı tembih etmişti. Başak arabaların altında ezilmeye çok meraklıysa da bunu şimdi yapmamalıydı, çünkü bunun sorumlusu ben olurdum.
Karşıya geçmek için bekleşenlerin yanına gittim. Bisikletimi çalınmaması için karşıdaki halıcı dükkânının önünde bekleyen taşıma arabasının arkasına saklamış, arabanın içinde, direksiyona yaslanmış uyuklayan şoföre de "Abi şu bisiklete bakıver." diye emanet etmiştim.
Yol bu kadar işlek olmasaydı bir an önce eve varmak için koşarak karşıya geçer, Başak'ı çok sevdiği bisiklet sepetine oturtur, yola koyulurdum. Ama geçen arabaların ardı arkası kesilmiyordu işte.
Başak kucağımdan kurtulmak üzereyken onu daha da sıkıca tutarak kaçmasını engelledim. Daha fazla güçlük çıkarırsa onu, rahat olsun diye annemin sepetin dibine yerleştirdiği Funda'nın ceketine sarıp kolunu bacağını bağlayacaktım. Annem muayene ettirip geri getirirsem. Elli lirayı kapabileceğimi söylemişti. Onu elimden kaçırırsam da eve bir daha uğramazsa elli liradan olabilirdim.
Babam notlarım sebebiyle harçlıklarımı kesmişti. Velilerin eskisi gibi ders notlarını sadece karne günü öğrenmemesi, her ay tıkır tıkır ceplerine postalanması teknolojinin bir numaralı zararıydı artık benim için. Öğle yemeğini bile evden götürüyordum!
Geçen Çarşamba kahvaltıda babam "Harçlıklarını kesmemiz ne güzel oldu, kahvaltıdan kaçmıyorsun." diye alay etmişi benimle. Parası kalmam annem içinse işlerini yaptırma konusunda büyük bir çıkar sağlamıştı. Beni amele gibi kullanıyordu. Oda dün alay etmişi benimle. "Önceden kendi kıyafetlerini katlaman için para teklif ederdim de kabul etmezdin." demişti ben babamın kıyafetlerini dürmeye çalışırken. İnsan öz çocuğuna bu eziyeti yapar mıydı ya?
Arabalar için kırmızı yandı, durdular. Yaya geçişine atlamak üzereyken arkamdan biri seslendi. "Duygu." Biri değil o, Salih! Yüreğimde bir çarpıntı, ışığından tarafa dönen pervane misali hızla döndüm Salih'e. Dudaklarında yaşamdan memnun gülümsemesiyle, yeşil gözlerindeki büyüleyici pırıltılarla, rüzgârın kumral saçlarındaki dansıyla karşımdaydı Salih.
"Salih!" dedim on doğru bir adım atarken. Birden durdum. Karşımdaki Salih eski Salih değildi. Önceki Salih'in gözlerindeki ışıltının, dudağındaki gülücüğün sebebini bilirdim. Bu Salih'i tanımak güçtü. Dudaklarındaki memnuniyet, gözlerindeki hoşnutluk kimeydi, neyeydi bilmiyordum ve yüreğime öyle ağır geliyordu ki...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şişe Çevirmece
Non-FictionDuygu; Hiçbir karakter Basit bir oyunun kimi zaman sevince, kimi zaman hayrete, kimi zaman acıya, kimi zaman aşka, kimi zaman çıkışa, kimi zaman çıkmaza sürüklediği hayatın girdabında kaybolan bu sıra dışı karakter kadar orijinal, mükemmel...