***# OY VE YORUM DEĞİL, GERÇEK BİR OKUYUCU İSTİYORUM. GERÇEK BİR OKUYUCU BU KİTABIN OY VERİLMEDEN VE YORUM YAPILMADAN GEÇİLMEYECEĞİNİ BİLİR ZATEN.
SEN! EĞER OKUDUĞUNU YARGILAMAYAN, OKUDUĞUNU DÜŞÜNMEDEN YUTAN BİRİYSEN VE BU KİTABI SONUNA KADAR OKUMAYACAKSAN OKUMAYA HİÇ BAŞLAMA. ÇÜNKÜ FİKİR DEĞİŞİKLİKLERİ VAR VE YARIM YAMALAK OKUMAN BANA DA SANA DA ZARAR VEREBİLİR.
EĞER BU İSTEDİKLERİM SEN DE VARSA YANİ WATTPAD'İN NADİR ÜYELERİNDEN İSEN BUYUR, İYİ OKUMALAR... #***
Mutfaktaki işim bittikten sonra odama geçmiştim. 'Annem yapmamızda yardım edecek' diye yola çıktığımız, ama bizim annemin yapmasına yardım ettiğimiz pastayı süslerken de yerken de bu meseleyi düşünmemeye çalışmış, düşünmeyi, çözümlemeyi odamda yalnız kaldığım zamana ertelemiştim.
Ama şimdi çözüm üretmekten çok sorun üretiyordum. Evet, çözüm olarak Seda'nın kafasını ezmek en ideal seçenekti ama bu aynı zamanda başlı başına bir sorundu. Ya hapse ya da tımarhaneye tıkılırdım.
Sakin ol, sakin ol, doğru düşün. Seçenekleri taramaya başladım. Kulağını çek: geç. Boğ: geç. Yak: geç. Ez: geç. Oy: geç. Parçala: geç... Niye eliyordum ki bunları? Hepsi bu suç karşısında uyulması gereken hükmü uyguluyordu: Kısas, acı verene acı!
Doğru düşün! Ya Salih ne yapardı? Abdullah'tan özür dilemeliydim, Abdullah'ın ayaklarına kapanıp af dilemeliydim. Sonra Seda'nın ağzına...
'Salih ne yapardı?' yı hatırlattım kendime. Ne kem kelam, ne de selam. Evet, Salih bunu yapardı herhalde. Karşındaki insan iflah olmayacak kadar kötü mü, onunla muhatap olma, onun seninle muhatap olmasına da izin verme. Bırak, seni yiyip bitireceğine kendini yiyip bitirsin. Seda'yla olan tüm bağlantımı kesmeliydim.
Telefonumu çıkarıp telefonumdan sildiğim ama aklımdan silemediğim Abdullah'ın numarasını tuşladım ve aradım. Ne diyeceğimi, nasıl konuşacağımı bilemiyordum. Ona özür dilemek zorundaydım, tüm bildiğim buydu.
İkinci çalışta açtı. "Efendim?" "Abdullah, ben Duygu." "Biliyorum." Demek o silmemişti benim numaramı. Ya da ezberdi. "Şey... Nasılsın?" bir an cevap vermedi, sonra "Buna da çok şükür." dedi. İçim daha da daraldı.
"Dışarıda sigara içiyorum Duygu, sen de gelsene." dedi hızlı hızlı, boğazıma takılıp kalmış yutkunuşumdan haberdarmışçasına, az önceki yaptığı hatırlatmadan dolayı pişmanmışçasına. "Tamam, tam olarak neredesin?" "Dışarı çıkınca görürsün, tabi eğer evdeysen." "Bekle beni." Yüz yüze konuşmak daha iyi olurdu.
Ceketimi kaptığım gibi dışarı fırladım. Binadan çıkar çıkmaz etrafta göz gezdirdim. Eski dostumdan, eski dostluğumuzu kurmamızı isteyecektim. Gözüm Ezikler'in önündeki ikiliye takılınca başım alev topu gibi yanmaya başladı.
Dönüp içeri girmek istedim. Abdullah beni görünce 'Buradayım.' dercesine elini kaldırdı. Bunu gören Seda arkasına döndü ve bana baktı. Gitmekten başka seçeneğim kalmamıştı. Belki de Seda'nın olması daha iyiydi.
Ceketimi giymeye kaldığı yerden devam ettim ettim ve onlara doğru yürümeye başladım. "Duygu n'aber?" dedi Seda onlara iyice yaklaştığımda. Ona malum haberi saymalı sövmeli sözlerle vermemek için kendimi zor tuttum o hâlâ eski Seda'ydı ama o eski Seda diye ben eski Duygu olmazdım. Salih'in yanına yakışmak için her adımıma dikkat etmek zorundaydım. "İyilik."
"Ne o, Salih bugünde yok yanında? Yoksa sizdeki sevgi tekrar bize mi geçiyor?" Ulan!.. Dişlerimi sıktım. Demek tekrar dönecek gibiydi Abdullah'a. "Yok, öyle bir şey. Sevgimiz her zamanki gibi yükselişte. Dünden haberin yok senin. Akşama kadar Salih'leydim, hatta yatsıya kadar."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şişe Çevirmece
Non-ficțiuneDuygu; Hiçbir karakter Basit bir oyunun kimi zaman sevince, kimi zaman hayrete, kimi zaman acıya, kimi zaman aşka, kimi zaman çıkışa, kimi zaman çıkmaza sürüklediği hayatın girdabında kaybolan bu sıra dışı karakter kadar orijinal, mükemmel...