***# OY VE YORUM DEĞİL, GERÇEK BİR OKUYUCU İSTİYORUM. GERÇEK BİR OKUYUCU BU KİTABIN OY VERİLMEDEN VE YORUM YAPILMADAN GEÇİLMEYECEĞİNİ BİLİR ZATEN.
SEN! EĞER OKUDUĞUNU YARGILAMAYAN, OKUDUĞUNU DÜŞÜNMEDEN YUTAN BİRİYSEN VE BU KİTABI SONUNA KADAR OKUMAYACAKSAN OKUMAYA HİÇ BAŞLAMA. ÇÜNKÜ FİKİR DEĞİŞİKLİKLERİ VAR VE YARIM YAMALAK OKUMAN BANA DA SANA DA ZARAR VEREBİLİR.
EĞER BU İSTEDİKLERİM SEN DE VARSA YANİ WATTPAD'İN NADİR ÜYELERİNDEN İSEN BUYUR, İYİ OKUMALAR... #***
Okulun ilk günü en ön sıralardaydık. Bir arka, bir arka, bir arka daha diye vara vara sondan ikinci sıraya varmıştık Hatice ve ben. Ön sıralardan hazzetmez olmuştuk. En son sıraya da geçmek istemiştik ama Mali ve İsmail kaptırmıyorlardı sırayı.
Malum arka sıra tipleri. Kapı tarafındaki son dörtlü, tembel ve haylazı oynuyor. Tabi Hatice dışında, ona biraz ineklik var. Orta sıra son dörtlü uykucu ve silik tiplemeler. Hepsi de köylerden geliyor. Pencere tarafındaki son dörtlü de tıkınıp duran kızlar. Üçü şişman, biri zayıf. Zayıf'ın boğazı sürekli işlemesine rağmen kilo almıyor. Ya metabolizması çok hızlı ya da içinde parazit var.
Elimi çeneme koydum ve Hatice'nin tırnaklarına eyeliner sürmesini izlemeye başladım. Sonunda okula alışır gibi olmuştum. Hatice ise hâlâ nakil bekliyordu. Ilgın Sağlık Lisesi'nin kadrosu dolu olduğu için nakil gerçekleşmemişti. Ama kararlıydı, buradan gidecekti. Bir ay sonra Merkez İHL' ye düşüyordu. Tırnaklarına eyeliner sürmek, Japon yapıştırıcı sürmekten çok daha mantıklıydı. Bir, parlak değil mattı iki, siyahtı üç kolay çıkıyordu.
"Duygu, yenilerden bir çocuk gelmiş." dedi. Yenilerden derken dokuzuncu sınıflardan demek istiyordu. "Kafanı kaldır kaldır kaldır kaldır bitmiyor. Amma uzun boylu." "Haa," dedim. "Ali Osman o, dev gibi değil mi?" "Evet." Tırnaklarının hepsini boyamıştı. "Güzel oldu." dedim. "Teşekkür."
Masanın altındaki ıslak mendil paketini çıkardı. İçinden bir ıslak mendil çekip tırnaklarını silmeye başladı. "Niye siliyorsun tırnaklarını?" "Canım istedi." "E neden sürdün tırnaklarına?" "Eyeliner bitsin diye." Kaşlarımı çattım. "Niye aldın ki o zaman?" "Almadım ki Canan verdi." Bu kızı anlamak gerçekten güçtü. Yaptığı tuhaflıklara verdiği cevap genellikle 'Canım istedi.' oluyordu. Canı ne istiyorsa onu yapıyordu. İstediğini yapması öyle hoşuna gidiyordu ki...
"Haa,"dedi. "Yeni işkence stilleri buldum." Hatice'nin böyle bir takıntısı vardı işte. İşkenceleri araştırırdı. Sohbetlerimizin çoğu benim sorularımdan ve Hatice'nin tek kelimelik cevaplarından oluşurdu. Bu soru-cevap kuralını bozan nadir konulardandı işkence. "Anlat bakalım." dedim. "Önce..." "Bir öncekini özetleyeceğiz." diye tamamladım. "Öyle, hadi başla."
"Bizim Juan-Juan'larımız var. Örgülü saçları olan, savaşçı Juan-Juan'larımız." "Aynen öyle." "Bu Juan-Juan'lar tutsak ettikleri genç savaşçılara hafızalarını kaybetmeleri için mükemmel bir usül uyguluyorlar.
Saçlarını kazıyıp başlarına taze deve derisi sarıyorlar ve güneşin altında bekletiyorlar. Yeni çıkan saçlar üste doğru çıkamayınca esirin başına geri batıyor ve esir hafızasını kaybedip 'mankurt' oluyor. Her şeyi unutuyor ve efendisinin her sözünü tutuyor. Kendi istekleri doğrultusunda değil efendisinin istekleri doğrultusunda hareket ediyor."
"Aferin sana. Sana tam puan veriyorum, böyle giderse işkence diplomanı kolaylıkla alabilirsin. Senden iyi sadist olur." Şaka yapmayı bırakıp ciddileşti. "İnsana yapılan en büyük işkence nedir biliyor musun Duygu?" "Hafızasını silmek." Gülümsedi. "Bilemedin. Bunun cevabını bulmaya çalış, bakalım bulabilecek misin.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şişe Çevirmece
NonfiksiDuygu; Hiçbir karakter Basit bir oyunun kimi zaman sevince, kimi zaman hayrete, kimi zaman acıya, kimi zaman aşka, kimi zaman çıkışa, kimi zaman çıkmaza sürüklediği hayatın girdabında kaybolan bu sıra dışı karakter kadar orijinal, mükemmel...