Suçluluk, kalbimin derinlerine itilen bir hançer gibiydi. Buzdan eller bütün soğukluğuyla derimi parçalara ayırmış, kalbime üflemişti ölümün soğuk nefesini.
Karanlık diyarlarıma güneşin doğduğunu zannettiğim anda kurşunlar gölgesini düşürmüştü üzerimize. Ben bir kez daha kaybetmiştim. Bir kez daha yuvarlanıyordum sarp kayalıklardan aşağıya, yuvarlandıkça eksiliyor, hep bir şeyler kaybediyordum ruhumdan. Son ise bu sefer bana tekrar tırmanma imkanı veren o çöplük değildi. Son bu sefer azgın dalgalarıyla kayalıkları döven denizdi. Sonum sürüklenmekti bilmediğim yerlere, ya da boğulmak.
Ben bir hata yapmıştım. Bedelini sevdiğim adamın ödediği bir hata. Şimdi ise en büyük cezam onun nefes alıp almadığını dahi bilmediğim bir dünya da yanlış kişinin, benim nefes alıyor olmamdı.
Hata belki de onu sevmemdi, onun için savaşmamdı.
Tehlikede olan sizseniz aşk için bunu göz ardı etmek çok kolaydı. Sevdiğiniz insan karşısında sizin bir değeriniz yoktu ama zarar gören sevdiğiniz insansa defteri kapatmak gerekiyordu belki de.
Belki de Demir de böyle düşünüyordu en başından beri. Beni etrafında istemediği için bahaneler uydurmuyordu. Gerçekten zarar görmemi istemiyordu, gerçekten beni seviyordu.
Sevmek zorundaydı. Bunca şeyin ardından beni sevdiğini bilmeliydim. Tutunabileceğim başka hiçbir şeyim yoktu. Yapayalnız kalmıştım.
Bileklerimi saran plastik kelepçe parmaklarımı uyuşturuyor beni ihtimallerin savaşında esir bırakıyordu. O defter çoktan kapanmış olabilirdi. Ne kadar süredir baygın kaldığımı ya da bu süre zarfında sevdiğim adamın başına neler geldiğini bilmiyordum.
Demir'i bulmak için elimden hiçbir şey gelmezdi ki, ben onun dünyası hakkında hiçbir şey bilmiyordum ve Arkan'da burada değildi. Arayacak, yardım isteyecek hiç kimsem yoktu. Boynuma kadar yalnızlığa bulanmıştım.
Eterin bulanıklaştırdığı görüşüm yavaş yavaş düzelmeye başladığında gözlerim yerdeki umutlarıma kilitlenmişti.
Demir için yaptığım pasta yerde, altında bir kağıtla duruyordu.
Gözlerime akın eden gözyaşlarıyla çekiştirdim bileklerimi. O pastaya dokunabildiğim an hissedecek gibiydim. O pastaya dokunduğum an yeşerecek gibiydi her şey. Güneş yeniden parlayacak, umutlarım çiçeklerle bezeli sarmaşıklar gibi saracaktı ruhlarımızı.
Sırtımdan sızan kan sevdiğim adamın kanına karışmış, bileklerim sızlamaya başlamıştı. Kalbimin atışlarını kontrol edemiyor, ne kadar nefes alsam da ciğerlerime yetiremiyordum.
Kurtulmak zorundaydım. O notta
yazan şeyin ölüm belgesi olma ihtimali o kadar imkansız geliyordu ki bana onu bir kurtuluş olarak görüyordum.
Bütün gücümü bağlanmamış ayaklarıma verdim,belimi bükerek masaya doğru ilerledim. Evini sırtında taşıyan bir kaplumbağa gibi sırtımda taşıdım sandalyeyi ve arkamı dönerek Demir için çıkardığım çatala uzandım.
Bileklerimi hareket ettirerek plastik kelepçenin bağlandığı yeri ortaya getirdiğimde ise en zayıf yerinin burası olduğunu biliyordum. Parmaklarımı bükebildiğim kadar büktüm ve çatalın dişlerini kelepçenin bağlandığı yere sapladım. Çatalın sapını masaya dayadım ve parmaklarımla üzerine bastım. Hızla bedenimi aşağıya indirdiğimde ise kelepçeden peşi sıra gelen tık sesleri ile ellerim özgür kalmıştı.
Çatalın ve kelepçenin hasar verdiği bileklerimi ovuşturdum bir süre. Gözlerim hala bana ne getireceğini bilmediğim pastadaydı.
Her tereddütün bana vakit kaybettirdiğinin ve Demir'den uzaklaştırdığının bilincinde olarak kestim düşünmeyi. Kaçmak çözüm olmayacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ay Işığı Ve Şimsek
General FictionKırağı ve Ateş, yan karakterlerin hikayesi. Onun hayatıma girişi, ezbere bildiğim her şeyin büyük bir depremle kocaman bir enkaza dönüşmesi gibiydi. Her şey yıkılmış, moloz yığınları beni ezmiş ve toz bulutları ciğerlerimi sararak bana işkence etmiş...