Utanç: 1.1

3.4K 180 58
                                    

Acıyla kaplanmış notalar kulaklarımdan girip beynime işkence ediyordu. Duyduğum her tını ulaşması gerekenden çok daha derine ulaşıp sınırlarımı zorluyordu fakat durduramıyordum. Durduracak gücüm yoktu. Bir şey beynimde dönüp duran kelimeleri bilincimden uzaklaştırmalıydı.

Kulaklığımı sanki daha derinde olursa beni bu fısıltılardan kurtarabilecekmiş gibi kulağımın içine itelemeyi devam ettim. Bakışların keskinliği ise sırtımda derin yaralar açmaya devam ediyordu. İnsanların bakışları Demir'in gözlerinden sonra bana en çok zarar veren şeydi.

Yürümeye devam ettim. Arkamdan gülüşen onca, yaşına rağmen ergen kalmış adamın benim tek gecelik zevklerine alet olacak bir kadın olduğumu fısıldamalarına aldırmadım. Kendimi olduğumdan daha da derine iteledim ve yürümeye devam ettim.

Bu kampüsten ve özümde kim olduğumu bilmeyen bu insanlardan uzaklaşmalıydım. Yolumun en yakınıma çıkması için şu an her şeyimi verebilecekken onun benden milyonlarca kilometre uzak oluşuna küfrederek yürümeye devam ettim.

Ta ki en büyük enkazıma rastlayana kadar.

Demir, elinde külü ucunda birikmiş bir sigarayla benim aksime yavaş adımlarla yürüyordu.

Benim aksime onun fısıltılarla bir alıp veremediği yoktu hatta aksine önüne gelen her fırsatta bunun doğruluğunu yüzüme çarpıyor ve her zamanki gibi aksini kanıtlamak adına hiçbir şey yapmayarak sönüşümü izliyordu. Solgun ay ışığı altında küle dönüşen bedenimdi ona güzel gelen. Tenimden buram buram yayılan yanık kokusuyla beni kendindenmiş gibi görmesi daha kolay oluyordu.

Adımlarımı onun, arkasında kara izler bırakan sessiz adımlarına senkronize ettim ve felaketime doğru yürümeye devam ettim.

Onun küçük apartmanının girişine gelene kadar ikimizden de tek bir kanayan kelime çıkmamış ve birbirimizi yaralamak adına garip bir şekilde hiçbir hamlede bulunmamıştık. Aramızda sessiz birkaç diyalog geçmiş ve keskin bir karar verilmişti. Sonucunda ise artık onun evindeydik.

Beni dışarıdaki bütün o kötü fısıltılardan koruyan müziğin ne kadar yüksek olursa olsun onun gözlerinden ve bana hissettirdiklerinden koruyamayacağını bildiğimden kulaklığımı çıkardım ve bedenimi bütün zırhlarından arındırıp onun keskin bıçak darbelerinin önüne serdim.

Kendi zehrini üreten teni usulca tenime değdi ve ben yandığımı hissettim. Hastalıklı derecede soğuk olan kemikli elleri dokunduğu her yeri yakıyor ve üzerimdeki kül kokusunu sanki mümkünmüş gibi daha fazla acıya buluyordu.

" Neden hala geliyorsun? "

Ondan bir şeyler duyabilmek, benimle gerçekten konuştuğunu hissetmek paha biçilemezdi. Bende kapadım gözlerimi ve sesinin tınısını hayal ettim. O sesin bir gün bana daha az acı veren şeyler söylediğini ve zehir hızla yayılmaya devam etti. Soğuk, tüylerimi diken diken ederken bunun cevabını bilmediğimin farkındaydım. Bende sustum ve ona en çok arzu ettiği şeyi verdim. Sessizliği.

" Neden hala gelmeme izin veriyorsun? " Sessizliği kıran her zamanki gibi benim çaresiz kelimelerim olmuş ve daha ona ulaşamadan ayaklarımın dibine düştüğünü hissettiğim sırada Demir beni şaşırtmıştı.

" Sınırlarını merak ediyorum. Daha ne kadar acıya göğüs gerecek kadar aptal olduğunu görmek istiyorum. "

" Acı çekmemden zevk alıyorsun. Acı çekenin bir tek sen olmadığını görmek hoşuna gidiyor. "

Patlamış dudağının sol kısmı mor elmacık kemiklerine yükseldi ve ben asla gözlerine ulaşmayacağını bildiğim o gülümsemeye hapsoldum. Tıpkı cam fanusun içinde, gidecek başka yeri olmayan o üç beş liralık balıklar gibi.

" Bunu bütün samimiyetimle söylüyorum Selin, insanların acı çekmesi bana tahmin edebileceğinden daha fazla zevk veriyor. "

Hala elmacık kemiğimin üzerinde oyalanan eli yavaşça aşağı, boynuma doğru inerken zehri beni tüketmeye devam etti.

" Fakat senin acı çekmen bana öfkeden başka hiçbir şey vermiyor çünkü bu senin seçimin. Sen gözlerini yer altının karanlık sokaklarında açmış bizlerden farklı olarak seçim hakkına sahipsin ve sahip olduğun bu hakka rağmen acı çekmeyi seçmen beni öfkeden delirtiyor. "

Geriye doğru küçük bir adım attım ve tenimi onun zehrinden kurtararak nefes alması için zaman verdim.

" Sandığının aksine benim bir seçim hakkım yok Demir. Sen bu seçim hakkını gözlerin gözlerime değdiği anda benden çaldın. "

Ondan uzaklaşmama rağmen bana doğru bir adım attı ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı.

Dudaklarımı eriten asitten bir öpücük bahşetmesini bekledim bana, ama yapmadı. Onun yerine bana asitten çok daha fazla etkili bir şey verdi. Kelimelerini.

" Dünya üzerindeki en büyük aptalsın Selin ve ben bunu kullanabildiğim kadar kullanacağım. Sadece daha kötü insanların eline geçecek daha fazla aptallık kalmasın diye. "

Beni iten kelimelerine rağmen ona daha fazla yaklaştım. " Benim için bu dünyada senden daha kötü hiç kimse yok. "

Güldü. Gözlerinden benim hakkında hiçbir şey bilmediğim bir dünyayı çok iyi tanıyan bir adam olduğunu okuyabiliyordum.

" Senin dünyanda yok ama ben benim dünyamın en pasiflerindenim. Buna rağmen benden tükenmek üzeresin. "

Bütün arsızlığımla gözlerimi gözlerine diktim. Gururumu ve diğer bütün her şeyi bu eve girerken üzerimden atıyordum. Bu yüzden endişe edecek hiçbir şeyim yoktu.

" Eğer beni öpersen asla tükenmem. "

Üzeri keskin bıçaklarla kaplı dudakları dudaklarımı süpürdü ve elleri tek beden olmak istermişçesine sardı beni.

Dışarıdan bakan biri beni bir orospudan dahi daha alçak görebilirdi. En azından onlar biraz daha gururlu davranıyordu ama bizim izlerimizi taşıyan bu dört duvarda aşkı için savaşan ve uğruna savaştığı adamın surlarından içeriye kelimelerini dahi ulaştıramayan bir kadının ve kara alaşımın altındaki gizlerin asla çözülemediği bir adamın savaşı vardı.

Kadının daime yenildiği bir savaş.

Bıçakların bedenimi es geçip ruhumu delik deşik ettiği sırada çalan telefonun sesiydi bu savaşa ara veren.

Demir bir an duraksadı ve ben tam açmayacağını düşündüğüm anda bedenini benden uzaklaştırdı. Bu tıpkı aniden buz gibi suya atlamak gibi bir şok etkisi yaratmıştı vücudumda. Nerede olduğumu ve ne yaptığımı bana fark ettiren, içinde yaşadığım kitabın omuzlarıma asla suçluluk yüklemeyen satırlarından çıkarıp gerçek dünyanın acımasız fısıltılarına atan bir şok etkisi.

Elleri, pantolonunun arka cebine gitti ve telefonunu çıkararak kulağına götürdü. Hiçbir şey söylemeden karşı tarafı beklediğinde ise içimde gittikçe büyüyen o kötü hissi görmezden gelemiyordum. Sanki bedenimin etrafında, beni saran ve içine doğru yürüdüğüm o dünya ile arama sınır koyan küçük bir baloncuğun içindeydim. Sanki baloncuk canavarın tek bir nefesiyle patlayacak kadar inceydi ve ben bunu göremiyor ona doğru yürümeye devam ediyordum.

" Umut, sen misin? "

Demir'in şaşkın sesi kulaklarıma dolduğunda beynim çoktan Umut'un kim olduğunu aramaya başlamıştı. Bulduğum sonuç ise ikimizinde tanıdığı tek bir Umut olduğu yönündeydi. Birlikte banka soydukları ve şu anda hapiste olması gereken Umut.

" Sakin olmaya çalış seni anlayamıyorum! " Demir'in öfkeli ve bir şeyler anlamak için çırpınan sesi içimdeki kötü hissin büyümesine neden oluyordu.

" Sen de kimsin? "

Ardından çok uzun bir sessizlik oldu. İçimdeki kötü hissi kocaman bir ise çeviren ve beni içinde boğan bir sessizlik.

Demir, telefonun diğer ucundaki ve artık Umut olmadığını anladığım o insanı dinlemeye devam etti. Bitirdiğinde ise gözleri her zamanki duvarların arkasına saklanmıştı.

Ters giden bir şeyler vardı.




Ay Işığı Ve ŞimsekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin